headerLogo2b-18pt-myriadpro

Tanrı’nın Ölü Olmadığını Keşfettim

04 image6545 love heart testimony sizeÖnce iyi haberi mi yoksa kötü haberi mi duymak istersiniz? İyi haberi hikayemin ortası ve sonu için saklayayım. Hiç hayatın anlamını düşünür müsünüz? Eğer düşünüyorsanız, benim okuduklarımı okuyarak zamanınızı boşa harcamayın. Hayatımın en depresif dönemlerinden birinde Nietzsche, Camus ve Sartre’nin kitaplarını okurdum. Fakat bundan önce bile hayatın değeri ve anlamı hakkında kuşkularım olmuştu. Kendimi bu yazarların kötümser felsefelerine vererek yaşamak için bir neden olmadığına ikna oldum. Hayatla ilgili teşviğimin kırılması hayatı acı bir ümitsizliğe dönüştürdü. Neden mi? Bu gibi filozofların bende bıraktığı sarsılmaz bir izlenim Tanrı’nın ölü olduğuydu. Onlara göre Tanrı ölmüştü ve bana göre de ölmüştü. Varlığımı haklı kılan hiçbir şey yoktu. Uğruna yaşayabileceğim hiçbir şey yoktu.

Bu ümitsizliğe götüren yolun başlangıcı ilk çocukluk dönemime uzanır. 1951 yılında, en yakın büyük şehrin Cezayir olduğu bir kentte dünyaya geldim. Benim için özel bir büyüsü olan bir yerdi çünkü cezbedici bir şekilde Avrupa kültürü ve göz kamaştırıcılığıyla çınlıyordu. Kız çocuk olmam, anne babamın bana ekonomik durumlarına göre verebilecekleri en iyi eğitimi sağlamalarına engel olmadı. Kuran okuluna başladım ve burada surelerin birçoğunu ezberledim. Ayrıca namaz biçim ve tekniklerini de öğrendim.

Hatırlayabildiğim kadar eskiden beri Tanrı’yı tanımak için derin bir arzu duyardım. Evimin bir penceresinden minareyi görebiliyordum. Sık sık Tanrı’yı düşünür ve O’nu kişisel olarak tanıyıp tanıyamayacağımı merak ederdim. Tanrı’yla doğrudan konuşmak istiyor, kendimi belli dua kalıplarıyla sınırlandırmak istemiyordum. Tabii ki, dualarımı İslami dua biçimlerine göre etmem gerekiyordu fakat bu dualardaki bir şey derin bir doyumsuzluk duymama neden oluyordu. Sonuç olarak, namaz konusundaki zorunluluklar konusunda rahat olmaya başladım. Fakat öncelikle sosyal baskı ve neden olduğu korkudan ötürü Ramazan’da oruç tutardım.

İslami uygulamalar konusunda artan ilgisizliğim, kuşkusuz babamın din konularında kuşkuculuğuyla teşvik ediliyordu. Müslüman bir aileden geldiği halde kendisini özgür düşünen biri olarak sayardı. O zamanlar bunu anlamak benim için zordu fakat büyüdükçe şunu fark ettim ki, babam, kuşkularını, geleneksel İslami uygulamalar ve adetlere dışsal olarak uyma perdesi arkasına saklayan birçok kuşkucudan sadece biriydi. İslam’a olan inancım, İslam’ın sosyal ve kurumsal yaşamının her yönün de gördüğüm boş formalite ve gizlenmeyen ikiyüzlülükle ciddi bir şekilde sınanıyordu. Sonunda Tanrı’ya ‘Eğer varsan kendini bana göster. Kendini kanıtla’ diye yakardığım bir noktaya geldim. Yanıt gelmedi. Sadece sessizlik vardı.

Kutsal Kitap’ın öğretişleriyle ilk kez temas kurduğumda sadece on yaşındaydım. Bir arkadaşım beni Hıristiyan bir kadının, Kutsal Kitap’la ilgili tarihsel filmler gösterdiği ve mahallemizdeki genç kızlar için dikiş kursu yaptığı bir toplantıya davet etti. Kızlara Hıristiyanlıkla ilgili kitaplar da ödünç veriyordu. Evine ilk gidişimde İbrahim’in hayatı hakkında bir film gösterildiğini fark ettim. Beni çok mutlu etti ve birkaç hafta boyunca evlerine gitmeye devam ettim. Kadının kütüphanesinden birkaç kitap da ödünç aldım. Kitapların bazıları İsa’nın ve peygamberlerin yaşamları hakkındaydı.

Bir gün evime doğru yürürken bu kitaplardan birini okuyordum. Yoluma pek dikkat etmediğim için bir araba bana çarptı ve yola düştüm. Fakat ciddi bir şekilde yaralanmadım. Ama bu kazanın hayatım için önemli sonuçlar doğuracağının farkında değildim.

Kazayı gören bazı kişiler olayı anne babama anlattılar. Okuduğum kitaptan da söz ettiler. Sokakta düştüğümde yerde yatan kitabı görmüşlerdi. Eve döndüğümde babam beni bekliyordu. Çok kızgın olduğunu görebiliyordum. Hıristiyan bayanı artık ziyaret edemeyeceğimi söyledi. Çok fazla şikayet etmeden yeni kısıtlamayı kabul ettim. Hıristiyan bayan ve kızlarla geçirdiğim zamanın benim için büyük bir önemi yoktu zaten. Birkaç tane Hıristiyan ilahisi öğrenmiştim ama söylerken İsa ismi yerine Muhammed’in ismini koyuyordum. İsa’nın iyi olduğuna ve bir peygamber olduğuna inanıyordum ama benim için gerçekte bir anlamı yoktu. Ayrıca arkadaşlarım da Hıristiyan bayanın etkisine karşı dikkatli bir şekilde karşı koymam konusunda uyardılar. Özellikle İsa hakkında ilahi söylemememi söylediler. Ne zaman bu bayanı ziyaret etsem İslam’a bağlı kalmak ve dinimi değiştirmemek konusunda bir kararlılıkla dönüyordum. Böylece kazadan ve babamın uyarısından sonraki yedi yıl boyunca Hıristiyanlarla ilişkim olmadı.

On üç yaşına kadar Müslüman olarak yaşama konusunda yenilenmiş bir ilgiye sahip oldum. Sonra hayatımda büyük bir trajedi gerçekleşti. Babam annemi öldürdü ve bir süre için hapse gönderildi. Bu da beni korkunç bir şokla baş başa bıraktı. Tekrar babamı görme arzusu duymuyordum. Aklımda Tanrı’nın doğası konusunda derin bir sıkıntı vardı. O olaydan sonra Tanrı’nın gerçekten seven bir Tanrı olup olmadığını düşünmeye başladım. Hıristiyan bayan Tanrı’nın sevgi olduğunu söylemişti ve okumama izin verdiği kitapların bazılarında da bunu okumuştum. Ama sevgi Tanrısı ise annemin ölmesine izin vereceğine inanamıyordum. Eğer sevgi Tanrısı değilse ben de onu istemiyordum. Tanrı ve din hakkında her şeyi göz ardı etmeye başladım. En azından bu gibi düşünceleri bir kenara bırakmaya çalıştım. Fakat Tanrı’nın iyiliğine inanmakta zorlandığım için içimde büyük bir mücadele veriyordum. Ama yine de onun hakkında düşüncelerimi tamamıyla bir kenara bırakamıyordum.

Annem öldükten kısa bir süre sonra akrabalarım beni yatılı bir okula gönderdiler. Hapisten çıktıktan sonra babamla yaşamak zorunda kalmayacağım için memnundum. Yatılı okuldaki bu yıllarımda felsefe okumaya ve Nietzsche, Camus ve Sartre’nin büyüsünün etkisi altında kalmaya başladım. Dediğim gibi, yaşamanın anlamsız olduğunu hissettim ve hayatta herhangi bir hedef için çaba göstermeye niyetim yoktu.

Okuldan eve geldiğim tatil dönemlerinden halamla kaldım. Babamın hastalandığını ve ölecek gibi göründüğünü söyledi. O da hastalanmıştı. Bir gün beni odasına çağırdı ve artık evlenmeyi düşünmemin zamanı geldiğini söyledi. Polis memuru olan bir arkadaşı vardı ve onunla evlenmem için ısrar etti. Israrına teslim oldum ve evlenmeyi kabul ettim. Ne yapabilirdim ki? Başka seçeneğim yok gibi görünüyordu. Babamın ölmesi durumunda küçük kardeşlerimin bakımının tek yolunun bu evlilik olduğuna inandırdı beni. Babam kararımı duyunca ortaokulu bitirene kadar evlenmemi istemediğini söylüyordu. Polisle nişanlandığım halde adamın beni sevmediğini biliyordum. O sırada gerçekten evlenebileceğimden bile emin değildim.

Ortaokul eğitimimin sonuna yaklaşırken bu adamla evlenmemem gerektiği konusunda giderek daha fazla ikna oldum. İyi bir insandı ve küçük kardeşlerime bakacağını söyledi ama onunla evlenme isteğimin olmadığını fark ettim. Bu evliliğe engel olmanın tek yolu diplomamı almamak için final sınavlarımdan birinden kalmak gibi görünüyordu. Ne de olsa diye düşündüm bu babamın arzusuydu ve mezuniyetimi erteleyerek evlilikten kaçabilirdim - en azından bir süre daha.

Böylece finallerim sırasında, konuyu iyi bildiğim halde sınavı bitirmeden sınıftan çıktım. Öğretmenim davranışıma çok şaşırdı çünkü sınavı hiç zorlanmadan geçebileceğimi biliyordu. Babam ve halam yaptığımı öğrendiklerinde çok kızdılar.

Yatılı okula gitmeden önce on yaşımdayken tanıştığım Hıristiyan bayanla karşılaştım. Okul koridorunda okul arkadaşlarımdan bazılarıyla birlikteydi ve ben onu hemen tanıdım ama o beni tanımadı. Selam verdiğim zaman kim olduğumu hatırladı. Mutsuz olduğumu gördü ve bana yardım etmek istedi. Sorunlarım hakkında konuşmak için sonraki cumartesi buluşmaya karar verdik. Beni teşvik etmeye çalıştı ve Akdeniz kıyısında bir kampta üç hafta geçirmek için beni davet etti. Bu kamp, Hıristiyan gençler için bir kamptı ve orada İsa hakkında öğretiş olacağını söyledi. Küçük görerek şöyle karşılık verdim, “Sizin İsa’nız – benim onunla ne gibi bir işim olabilir ki?” Fakat yine de gitmeye karar verdim çünkü bu üç haftayı ailemden uzakta geçirmek istiyordum.

Ona gitmek için tek nedenimin bu olduğunu söyledim. Yine de gitmeme izin verdi. Kampa vardığımda grupta her gece yatağa gitmeden önce dua olduğunu ve her gün bir vaizin Kutsal Kitap’tan konuşması için zaman ayrıldığını gördüm. İsyan ettim ve bunları neredeyse tahammül edilmez buldum. Özellikle de herkesin günahkar olduğuna ilişkin Hıristiyan öğretişini beğenmedim. Kötü bir şey yaptığımı düşünmüyordum ve hele de tövbe etmesi gereken bir günahkar olduğumu kesinlikle düşünmüyordum. Bunun düşüncesi bile beni çok rahatsız etti ve öfkelendirdi. Yüreğimde acılık dışında bir şey yoktu ve ilk toplantıdan çıkıp yurda döndüm. Diğer kızların Hıristiyan liderler hakkında alaycı sözleri beni hayrete düşürdü. ‘Bu Hıristiyanlar bizim de inandığımızı düşünüyorlar ama biz buraya eğlenmeye geldik’ diyerek odalarına döndüyorlardı.

Tavırları beni çok rahatsız etti çünkü hislerim hakkında dürüst ve açık olmuştum. Hıristiyan liderlere Hıristiyan inancıyla işim olmasını istemediğimi söylemiştim. Yurdumdaki kızların gerçek niyetlerini gizleyerek ikiyüzlülük yaptıklarını düşünüyordum. Toplantılarda ve yurtta duyduklarım beni o kadar rahatsız etmişti artık orada kalamayacağıma karar verdim. Bu nedenle o gece kamptan kaçmaya çalıştım. Kampın çevresindeki duvar üzerinde tırmanırken kamp yöneticisi beni gördü. Geldi ve beni revire götürdü, şiddetli bir şekilde ağlamaya başladım.

Hıristiyan liderler çevremde toplandıklarında neden kamptan ayrılmaya çalıştığımı sordular. Birdenbire İsa’yla hiç işim olmasını istemediğimi söyledim. O noktada, ne kadar iyi olduklarını gördüm çünkü bana karşı büyük bir sabır ve anlayış gösteriyorlardı. Konuşurken bana Tanrı’ya inanıp inanmadığımı sordular. Tanrı’ya karşı direnmek amacıyla gösterdiğim tüm çabaların O’nu düşüncelerimde ortadan kaldırmadığını görüyordum ve evet anlamında başımı salladım. Sonra Tanrı’ya içtenlikle yönelip yönelmediğimi sordular. Olumlu bir şekilde yanıt verdim fakat dualarıma yanıt vermediği için O’na inanmanın benim için zor olduğunu da söyledim. Sonra bana gerçekten gerçeği arayıp aramadığımı sordular, ‘Evet’ dedim. İsa Mesih’in gerçek olduğunu söyleyerek karşılık verdiler. Dedim ki, ‘Sizin için durum böyle olabilir ama ben hiç böyle öğrenmedim. Benim için bu gerçek değil.’ Mesih’in herkes için geldiğini açıkladılar- sadece Hıristiyanlar için değil- ve gerçek olduğu için O’nu reddetmenin tüm yanlış içinde en büyük yanlışa düşmek olduğunu söylediler.

O noktada Tanrı’yla ilişkim konusunda kaygılandım ve ne yapmam gerektiğini sordum. Doğrudan Tanrı’yla konuşmam, Mesih’in gerçek ve doğru olup olmadığını O’na sormam için teşvik ettiler beni. Bana gerçeğini göstermesini istememi söylediler. O zamana kadar kendimi toparlamıştım ve sessizce düşünerek oturuyordum. Bana baskı yapmadılar ve sadece beni yurda geri götürdüler.

Yurttaki arkadaşlarımdan biriyle konuştum ve Tanrı’yla konuşmak istediğimi fakat nasıl konuşacağımı bilmediğimi söyledim. Tanrı’yla konuşurken hangi dili kullanmam gerektiğini sordum. İslam’da duada kullanılacak tek dil Arapçaydı. Arapça konuşacak olsam İsa’nın Tanrısı’nın beni dinleyip dinlemeyeceğini bilmiyordum. Bu nedenle yarı Fransızca yarı Arapça dua ettim ve ‘Bakalım anlayacak mı?’ dedim.

Bu düşüncenin saçma olduğunu biliyorum artık. Tanrı’nın bilgeliği konusunda sadece cahil olmakla kalmamıştım aynı zamanda sevgisi ve kişisel ilgisinden de habersizdim. Ertesi gün beni büyük bir sürpriz bekliyordu. Hıristiyan liderler toplantılara gitmek zorunda olmadığımı söylediler. Fakat İsa Mesih’in gerçekle ve güçle kendisini bana göstermesi için dua etmiştim. Böylece grubun neşeli bir şekilde ilahi söylediğini duyduğumda toplantıya katılmaya karar verdim.

Toplantıda konuşma yapan Hıristiyan kadın İsa’nın sevgisi ve vermek için geldiği bağışlamadan söz etti. Sanki söylediği her söz benim içindi. İsa Mesih’in bizim günahlarımız için çarmıhta öldüğünü ve ölümden dirildiğini açıkladığında benim günahkar olmamın, Tanrı’nın doğruluğu ve sevgisinin ne anlama geldiğini anlamaya başladım. Kendimi fidyeyle kurtaramayacağım için Tanrı için kendimi kabul edilebilir hale getirmenin hiçbir yolu olmadığını fark ettim. Bir şekilde, İsa’nın çarmıhtaki kurban olarak ölümüyle Tanrı’nın sevgi olduğunu gördüm. İşte aradığım buydu. Bunun gerçek olduğunu fark ettiğimde ve bu denli seven Kurtarıcıya inanmaya karar verdiğimde üzerimden büyük bir yük kalktığını fark ettim. Yıllar boyunca yüreğimde hissettiğim suç ve ümitsizlik hissi ortadan kalkmıştı artık. Yüzümde rahatlama ve neşe yazılıydı. Benim yaşadığım o kadar büyük bir mucizeydi ki, çünkü hiçbir zaman İsa Mesih’e iman edeceğimi düşünmemiştim. O toplantıda bir arkadaşım daha iman etti ve diğer arkadaşlarım bize olanlar karşısında şaşırıp kaldılar.

Artık İsa’ya Kurtarıcım ve Rabbim olarak inandığım halde önümde nasıl bir yaşam olacağını bilmiyordum. Aklıma her türlü yeni soru geldi. Kampta başka bir kadının konuşması sırasında aklımdaki pek çok kuşku yeniden alevlendi. Uzun bir süre boyunca İslam’ı uygulayarak yaşadığını ve nasıl ancak İsa’da, yaşayan Tanrı’nın hayatına geldiğini anlattı. İsa Mesih’e nasıl iman ettiğini anlattıktan sonra yanına gidip sordum ‘Kuran’ın ayetlerini gerçekten ezbere biliyor musunuz? Eğer biliyorsanız, söyleyin.’ Benden çok daha iyi bildiğini gördüğümde çok şaşırdım. Ona pek çok başka soru da sordum. Kadının hem tavırları nazik hem de yanıtları son derece mantıklı ve bilgi sahibiydi. İsa’ya olan inancım kuvvetlenmişti.

Artık Tanrı’nın dualarımı işiteceği ve yanıt vereceği güvencesine sahiptim. Tanrı’dan bu polisle yaklaşmakta olan evliliğim hakkında bir şey yapmasını istedim. Benim herhangi bir gayretim olmadan Tanrı polisin nişanı bozmasını ve düğün planlarımıza son vermesine neden oldu. Rastlantı mı? Hayır, duaya yanıttı, İsa adında edilen bir duaya yanıt!

Başka bir ciddi sorun da babamın ve halamın İsa Mesih’e inancım karşısında gösterdikleri tepkiydi. Önce öfkelendiler fakat yaşamımın iyi yönde değiştiğini gördüklerinde tavırları düşmanlıktan kabullenişe doğru değişim gösterdi.

İsa hayatıma ne gibi değişiklikler getirdi? Daha önce beni sıkan kuşku ve belirsizlik yerine güvence ve cesaret getirdi. Annemin öldürülmesine tanıklık etmiştim ve bundan sonra sürekli olarak korkunun eziyetini çektim. İsa korkumu aldı, bana cesaret ve esenlik verdi. Hayatın anlamı hakkında karışıklığımı ve ölüm hakkında endişelerimi de aldı.

Ayrıca, annemin ölümünden sonra insanlardan uzaklaşmış ve bana zarar verebilecek her şeyden kendimi korumaya çalışmıştım. Bir zamanlar insanlara soğuk dururdum ama İsa bana başka insanlar için gerçek bir sevgi, onlarla olmak ve onlara yardım etme arzusu verdi. Eskiden küçük kardeşlerime karşı sabırsız ve kaba davranırken artık onlarla tamamıyla yeni bir ilişkiye sahibim. Rabbim İsa bu hayatta deneyim edeceğimi hiç hayal etmediğim bir sabır ve yumuşak huyluluk verdi.

İsa’ya Rabbim ve Kurtarıcım olarak güvenmeden önce, lehime olacağını düşündüğüm durumlarda yalan söylerdim. Evimde ve yaşadığım toplumda yalan söylemek ve yalan söylerken bile Tanrı’nın adını anmak kolaydı. Bu ve çevremdeki diğer kötülüklerin farkına vardım ve İsa Mesih’e iman eden biri olarak bu şeyleri mazur göremez ve yapamazdım. Yaşayan İsa Mesih benimle birlikte olduğu için sonuçlarından korkmadan artık gerçeği söyleyebilirim. Ayrıca, üniversitede eğitimim sırasında son derece ahlaksız bir ortam içindeydim ama yaşamında İsa’nın varlığı ve gücü sayesinde, insanın kendi bilgeliği ve gücüyle bu gibi şeyleri yapabileceğini varsaymasıyla gelen gurura kapılmadan ve kendi doğruluğuma güven duymadan bu yozlaşmadan kaçınabilmeyi başardım.

Üniversiteye kaydolmadan önce yatılı okula döndüğüm zaman en ağır denemelerden birini yaşadım. Kutsal Kitap ve Kuran’ın birbiriyle uyumlu olup olmadığını incelerken zorluk çekiyordum. Ramazan ayı geldiğinde akranlarımın baskısına teslim oldum ve on beş gün boyunca oruç tuttum. Fakat sonra Hıristiyanların yanında İsa Mesih’e gerçekten iman eden biri olduğumu söylerken Müslümanların yanında bunu söylemememin ne kadar ikiyüzlü bir davranış olduğun fark ettim ve oruç tutmayı bıraktım. İnancım için sağlam (ama sevgi dolu) bir duruş sergiledim. Bunun sonucunda yaşadığım soyutlanmaya dayanmak kolay değildi ama o günlerde Rab’bin bizleri koruyan lütfu hakkında çok şey öğrendim.

İsa Mesih’te, İslam’da bulmadığım ne buldum? Temel konu Tanrı’nın sevgi olması ve bizim için ölen ve ölümden zaferle dirilen Mesih’te kendisini bizlere vererek kanıtlamış olmasıdır. Ayrıca kendi çaba ve eylemlerim aracılığıyla kurtuluşumu kazanmaya çalışmamın gerekmemesini keşfetmiş olmam da var. Karşılıksız ve hak etmenin yeri yok bu kurtuluş tasarısında. Hayatımı şimdiki zaman ve sonsuzluk için İsa’ya teslim etmekle Tanrı ve İsa’ya inananlar arasında eşsiz bir ilişki olduğunu gördüm. Hayatta en yüce doyumu ve anlamı sağlayan bir kişisel sevgi ve paydaşlık ilişkisi var.

İnsanlığa duyduğu ilgiden ötürü bir zamanlar Karl Marx’ın görüşlerine çekilmiştim. Fakat zaman içinde şunu fark ettim ki, insanın yüreğini değiştirmeden insanlar başkalarına bencil olmayan nedenlerden ötürü hizmet edemezler. Birçok kişi başkalarının iyiliği için çalışma konusunda sadece üstünkörü bir çaba gösteriyor fakat İsa Mesih, başkalarının yaşamında, başkalarıyla ilişki kurma biçiminde bir fark yaratacak şekilde insanları sevmeleri ve onları önemsemeleri için insanı değiştiriyor. İnsanın dışsal koşullarını iyileştirmek kendi başına insanı değiştirmez.

Hıristiyanlık inancı ve diğer tüm ideolojiler ve dinler arasındaki bir fark Rab İsa Mesih’tir çünkü ancak O tek Kurtarıcı’dır. Tanrı’nın tüm insanlığın günahı için tek çaresidir. Kutsal Kitap’tan bu sözler günlük hayatımda benim için bir gerçek oldu:

“Yükünü RAB'be bırak. O sana destek olur. Asla izin vermez doğru insanın sarsılmasına.” (Mezmur 55:22, Eski Antlaşma)

Kendi deneyimlerimde bunun doğru olduğu tekrar tekrar kanıtlandı: Tanrı ölü değil, görkemli bir şekilde yaşıyor!