headerLogo2b-18pt-myriadpro

Hayata Götüren Yol

06 image7799 middle east pakistan testimony sizeAmerika Birleşik Devletleri’nde Pakistanlı bir ailede dünyaya geldim. İslam’ın tek gerçek din olduğu ve bu gerçeği bildiğimiz için kutsanmış olduğumuz öğretilmişti bizlere. Yahudiler ve Hıristiyanlar sadece kısmi olarak gerçeğe kavuşmuşlardı, sonra bu da değiştirilmişti. Hindular ağaç ve taştan putlara tapınmak üzere aldatılmışlardı.

Bizlere Peygamber Muhammed’in yaşamı ve İslam’ın beş şartı öğretilmişti. Genç bir kız olarak, ailemizde çocuklar arasında en gayretli olanıydım, Muhammed ve İslam hakkında sürekli olarak kitap okurdum. Okuldaki arkadaşlarım arasında inancımı paylaşıp savunurdum, çoğu zaman Hıristiyanlar arasındaki tek Müslüman olarak öne çıkardım. Tüm sınıfıma İslam’a geçip Muhammed Ali adını alan Cassius Clay’i anlatırdım. Annem ve babamla seyahat ederken Kuran’ımı ve Muhammed’le ilgili kitapları yanımda taşırdım. Her şekilde Muhammed’i örnek almaya çalışırdım, yeme içme alışkanlıklarından her zaman yüzünü doğuya çevirmesine kadar. Dokuz yaşımdan itibaren namaz kılıp oruç tuttum, her Ramazan’da Kuran’ı başından sonuna okurdum. Hatta 3. sınıfa giden bir Hıristiyan’la münazara bile yaptım, ona nasıl olur da oğlu olan bir Tanrı’ya inanabildiğini ve sadece başka bir peygamber olan birine nasıl tapınabileceğini sordum. O da bana şöyle dedi, “O zaman seni cennette görmeyeceğim demek ki!” Ben de şöyle yanıt verdim, “Sanırım görmeyeceksin.”

Bütün bu gayretlerime karşın, her zaman bunalımdaydım ve özgüven eksikliği çekiyordum. Kendimi çok çirkin ve günahkâr buluyordum. Ne yapmaya çalışırsam çalışayım her zaman yalnız ve dışlanan biri olduğumu hissederdim. Evet, arkadaşlarım vardı ama içimde o kadar çok acı vardı ki. Geceleri ağlayarak uyuyakalırdım. Diz çökerek Tanrı’ya yalvarır, Kuran’ımı açarak okuduğum sözlerde huzur bulmaya çalışırdım. Bunun yerine, soğuk ve uzak gibi görünürdü. Bazen Kuran’da anlatıldığı şekliyle cennetin hayalini kurardım. İpek koltuklarda uzandığımı, güzel kıyafetler giyip bilezikler taktığımı, pınarlardan saf su içtiğimi ve bakirelerin bana hizmet ettiğini (bu kısım bana pek mantıklı gelmese de) görürdüm. Bu Cennetin bana huzur verip veremeyeceğini düşünürdüm. Hayallerimin ortasında gerçeğin soğuk yüzüyle karşılaşırdım: asla oraya gitmeyeceğim. Hiçbir zaman yeterince iyi olamayacağım. Cehennemi Kuran’da tarif edildiği biçimiyle hayal ediyordum, tavanlarında dökme pirinçle.

Ne var ki, Kuran’ı okumaya, oruç tutmaya ve dua etmeye devam ettim. Yaşım ilerledikçe, Kuran’ı daha iyi anlamaya başladım. Bir gün, odamda dördüncü Sure’yi okuyordum. O sıralarda on dört yaşındaydım. Bir eşin kocası ve çocuklarına kıyasla miras hakkı konusunu okuyordum. Tanrı’nın erkeklere dört kadınla evlenmeleri için izin verdiğini okudum. Bunların hiç biri benim için yeni değildi. Bunların, erkeklerin öldüğü ve eşlerini ve çocuklarını dul ve yetim olarak bıraktığı savaş zamanlarında yazıldığını biliyordum. Fakat sonraki ayet ilk kez dikkatimi çekiyordu:

Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün.” (Nisa 4:34)

Dona kalmış bir şekilde, ayeti okudum, tekrar okudum. Aşağıya babamın yanına döndüm ve ağlayarak şöyle dedim, “Tanrı nasıl böyle bir şey söyler?” “Erkeklere nasıl eşlerini dövmelerini söyleyebilir?” Babam da okuduğuna inanamadı ama bir açıklaması yoktu. Rahatsız bir şekilde kıkırdadı. Tekrar çok sinirli bir şekilde yukarı çıktım. Bir şekilde kendimi rahatlattım ve Tanrı’nın bir gün bana bunun nedenini göstereceğine inandım.

Zaman geçtikçe daha da fazla bunalıma girdim ve hatta bazen intihar etme arzusu duyuyordum. Yaşamak için herhangi bir neden bulamadığım zamanlar oluyordu. Acıyı geçirmek için kendimi müzik, siyaset ve erkeklere verdim. Tabii ki, erkeklerle ilgili kısmı anne babamdan saklıyordum. Lisede müzisyen olarak başarılıydım ama içimde işkence çekiyordum çünkü herhangi bir şeyde yeterince iyi olabileceğimi hiç hissetmemiştim. Orta Doğu’daki durumla çok ilgilenmeye başladım ve hatta Müslüman bir gazetede yayınlanan bir makale yazdım. Birkaç genç adama âşık oldum, genç bir kadın olarak sevilmeyi ve şefkat görme hayali kuruyordum. Fakat lisede Hıristiyan bir çocukla, 3,5 yıl çıkmış olsam da bu senaryolardan hiçbiri gerçekleşmedi. Müslüman olduğumu ve asla Hıristiyan olamayacağımı üzerine basa basa tekrar tekrar ifade ettim. Benimle hiç tartışmadı sadece benimle ilgilendi. Bunların hiçbiri içinde bulunduğum umutsuzlukta bana huzur vermedi. Üniversiteye gitme zamanım geldiğinde ‘her şeye sıfırdan başlamaya’ ve Tanrı hakkında gerçeği öğrenmeye karar verdim.

Üniversitedeki yurt odamda eşyalarımı boşaltırken İslam hakkında bir ders almam gerektiğini düşündüm. Yurdumda Müslüman olan bir kızla tanıştım, İslam ve kadınlar hakkındaki kaygılarımı paylaştım. Onun da verecek bir yanıtı yoktu ve daha önce sözünü ettiğim ayet onun da kafasını karıştırmıştı. Dersi alma planlarımdan ona da söz ettim. Hemen, birinci dönemde böyle bir ders verilmeye başlandı! Çok heyecanlıydım yakında endişelerimin yatıştırılacağından emindim. Ders başladığında Kuran ve Hadislerden bölümler okumaktan ötürü çok memnundum çünkü bunların hepsi benim için tanıdık konulardı. Muhammed’in yaşamı ve İslam’ın başlangıcının tarihi hakkında öğrenmek daha da heyecan vericiydi. Bazı kaynaklar Britanyalı koloniciler tarafından yazılmıştı ve açıkçası önyargılıydı. Hadisler ve Müslüman akademisyenler tarafından yazılmış tarih kitaplarına odaklanmaya karar verdim.

Ders ilerledikçe heyecanım hayal kırıklığına dönüştü. Saldırgan savaşlar ve İslam’ı yaymak için yapılan kanlı fetihler hakkında okudum. Müslümanların, İslam’ı kabul etmeyen Hıristiyan ve Yahudilere, ‘gavurlara’ karşı tutumunu okumak için sayfalar dolusu tarih okudum. “Ama İslam barış demek! Bu nasıl doğru olabilir?” diye düşündüm. Hayal kırıklığı kafa karışıklığına ve kafa karışıklığı aldatılmışlık hissine dönüştü.

Bir gün, artık okuyamıyordum çünkü gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Kitaplarımı topladım, eğer Tanrı buysa, ona tapınamayacağımı düşündüm. Fakat bu geçici bir düşünceydi. İçimde Tanrı’nın var olduğunu biliyordum. Sadece, bu Tanrı’ya Muhammed aracılığıyla ibadet edilmiyordu. O gün kütüphaneden ayrılırken Tanrı’nın bana yukarıdan baktığını hissettim. O gün İslam’ı bıraktığımda garip bir esenlik hissettim…Sanki Tanrı kim olduğunu öğrenmem için beni bekliyordu.  

Gerçeği başka dinlerde aramaya karar verdim. Büyük bir üniversitede dini çeşitlilik konusunda bir eksiklik yoktur. Hindularla, Yahudilerle ve Katoliklerle konuşup inançlarını anlamaya çalıştım ve bana anlamlı gelecek bir şey aradım. Bahaî inancına geçen bir Budist’le dahi karşılaştım. İnancını değiştirmesine neyin neden olduğunu anlamaya çalıştım. Bana Budizm’in boşluğunu ve Bahaîlerin bütün dinlerin belli bir noktada Tanrı tarafından açıklandığını ve insan tarafından yozlaştırıldığını açıkladı. “Bu kulağa iyi geliyor,” diye düşündüm. Onunla Bahaî tapınağına gitmek üzere anlaştım ve Bahaî inancı hakkında okumaya başladım. Bir şekilde, tapınağa gittiğimde, boşluk hissettim. Peygamberleri Bahaullah’ın mesellerinden bazılarını öğrendim ve bunlar beni gerçekten rahatsız etti. Bu dinde gerçeğin olmadığını biliyordum ve araştırma konusunda bitkin düştüm ve sıkıldım.

Katolik bir arkadaşım bana bir Kutsal Kitap verdi. Yaratılış’tan (Kutsal Kitap’ın birinci kitabı) okumaya başladım ama uzunluğundan ötürü teşvikim kırıldı. Noel tatili geliyordu ve tatilimde onu Pakistan’a yanımda götürmeye karar verdim. Bütün bu süre boyunca Kutsal Kitap’ım benimleydi ama çok şükür kimse bulamadı. O sırada Pakistan’da Kutsal Kitap bulundurmanın sonuçları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Uçağımız Suudi Arabistan’da durdu. Terminale girerken Suudiler’in amblemini gördüm: İki üçlü kılıçlar ve bir kalkan. İslam hakkındaki dersimde okuduğum Muhammed’in sözlerini hatırladım: “Kuvvet kılıçtadır.” Genç askerlerin arabamızı içki ve uyuşturucu için aramalarını izledim. Pakistan’a vardıktan sonra şehrin duvarlarında gördüğüm duvar yazısından etkilendim, şöyle diyordu, “Tanrımız, bize mucizelerini göster” ve “İnşallah kurtulacağız.” Sokaklarda dizilmiş sokak çocukları, dilenciler ve cüzamlılardan etkilendim.

Akrabalarımın bana karşı sevgilerinden o kadar derin bir şekilde etkilendim ki. İslam hakkında gerçekleri bilip bilmediklerini merak ettim, eğer biliyorlarsa nasıl inanabiliyorlardı. Amcam bana İslam’da kadınların haklarını açıklamaya çalıştı ama ben pek ikna olmadım. Bunun yerine, ülkemin üzüntüsü ve umutsuzluğundan derin bir şekilde etkilenmiş olarak geri döndüm. Kutsal Kitap’ı arkadaşıma geri verdim.

Bir gece geç vakitte, başka bir arkadaşıma bunalımımdan ve hayatta anlam bulamamaktan söz ettim. Herhangi bir şeye inanıp inanmadığımı sordu. Tanrı’ya peygamberlere ve iyi olursam Cennet’e ve kötü olursam Cehennem’e gideceğime inandığımı söyledim. Şöyle sordu, “Hayatın boyunca iyi olduğunu mu düşünüyorsun?” Kimseyi öldürmediğimi veya evlilik öncesi cinsel ilişkiye girmediğimi anlattım. O zaman, “O halde kaygılanma! Cennete gideceksin,” dedi. Tabii çok kafam karışmıştı. Bunun nasıl olabileceğini sordum, nasıl Cennete gidebileceğimi sordum. Hiç Yeni Antlaşma’yı [İncil’i] okudun mu diye sordu. Okumadığımı söyledim. Okumak isteyip istemediğimi sordu, okumak istediğimi söyledim. Kutsal Kitap’ın Matta İncil’ini açtığımızda, üzerime olağanüstü bir esenlik geldiğini hissettim – o gün kütüphaneden ayrıldığımda hissettiğimle aynı esenlik. Yanıtların o kitap içinde olduğunu biliyordum. Bugün, bu esenliğin İncil’de bu ayette sözü edilen esenlik olduğunu biliyorum.

“O zaman Tanrı'nın her kavrayışı aşan esenliği Mesih İsa aracılığıyla yüreklerinizi ve düşüncelerinizi koruyacaktır.” (Filipililer 4:7, İncil)

Matta’nın ilk on iki bölümünü yüksek sesle okuduk. Sanki Tanrı benimle birlikte odadaymış gibi olağanüstü güvenli hissediyordum. İsa’nın sözleri kuru ve kavrulmuş canımı taze su gibi doldurdu. Konuşması o kadar yetkiliydi ki! Bir ayet beni özellikle etkiledi. İsa Mesih İblis tarafından çölde denendiğinde, İblis İsa’ya kendisini tapınağın tepesinden atmasını söyledi.
“İsa İblis'e şu karşılığı verdi: “'Tanrın Rab'bi denemeyeceksin' diye de yazılmıştır.’” (Matta 4:7, İncil)

İşte o anda anladım. İsa, Rab Tanrımız’dır! Birdenbire, aklımdan şu düşünceler geçmeye başladı, “Tanrı her şeyi yapabilir. İnsan biçiminde dünyaya gelmek isterse, gelebilir!” Bu Mesih, Kuran’da söz edilen adam şu sözleri söyleyen bebek olabilir mi, “Ben, Allah'ın kuluyum.” (Meryem 19:30) Hiç sanmıyordum.

O geceden itibaren Kutsal Kitap’ı okumak için büyük bir açlık duydum. Sürekli olarak okudum. Başka yakın bir arkadaşım bana benim için bir Kutsal Kitap verdi. Hata bulmak için her sözcüğü mercek altına aldım. Sorularımı, Hıristiyan olduklarını bildiğim bazı sınıf arkadaşlarıma sordum. Ellerinden geldiğince bana yanıt vermeye çalıştılar. Yanıtlarından daha önemlisi, bana karşı gösterdiklerini gördüğüm sevgileriydi. Arkadaşlarımdan biri, Cathy, Hıristiyan olmadığımı bile bilmiyordu. Kutsal Kitabım olduğu için Hıristiyan olduğumu varsaydı. Bir gece, ertesi gün yapılacak bir sınavdan ötürü çok kaygılıydım. Kapısında bir not bıraktım, bana uğramasını istedim. Kapıma geldiğinde, bana yaklaştı, sandalyemin yanında diz çöktü ve ellerimi ellerine aldı. Şöyle dedi, “Kaygılanma... O senin için öldü.” Bu sözleri söylediğinde, yüreğim içinde ağladı. Bu sözleri hayatımda daha önce hiç duymamıştım. Biri benim yerime ölsün? Bütün gece, içimi hiç tanımadığım bir sevgiyle dolduran bu sözleri düşündüm.

Hıristiyan arkadaşlarım bana düzenlenen bir etkinlikten söz ettiler, burada tanınmış bir Kutsal Kitap öğretmeni kampusta konuşma yapacaktı. Özellikle Hıristiyanlık konusunda soruları yanıtlamakta uzman olduğu için katılmamı tavsiye ettiler. Toplantıdan sonra, arkadaşlarımdan biri beni onunla tanıştırdı. Hikâyemi, gerçeği ve yanıtları aradığımı anlattım. Bir buçuk saat kadar benimle oturdu ve beni dinleyip sorularımı yanıtladı. O kadar iyi, yumuşak huylu ve dürüsttü ki. O gece, ihtiyacım olan bütün yanıtları aldığımı bilerek eve gittim. Sadece inanıp inanmamaya karar vermem gerekiyordu.

Herhangi birine sorular sorabileceğime ama Hıristiyanlık gerçekse Tanrı’nın bunu bana göstermesi gerekeceğine karar verdim. Bir gece yurttaki odamda yalnız olduğum bir sırada, İsa’ya ilk kez dua etmeye karar verdim. Tuhaf bir şekilde şöyle dedim: “İsa, kim olduğunu bilmiyorum. Peygamber misin, Rab misin, bilmiyorum. Ölü müsün yoksa yaşıyor musun, bilmiyorum. Ama eğer yaşıyorsan ve Rabsen o zaman lütfen bana göster.”

Tanrı duaları yanıtlıyor, sevgili dostlarım! Bunu İncil’de okuduğumu hatırlıyorum:

“Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır.” (Matta 7:7, İncil)

İki gün sonra, ateist olan eski bir lise arkadaşımdan bir mektup aldım. Mektupta bana Hıristiyan olduğunu söylüyordu! Şöyle yazıyordu, “Bunları sana neden yazdığımı bilmiyorum. Bildiğim tek şey Rab İsa Mesih’e inanman gerektiğini sana söylemem gerektiği, böylece kurtulacaksın!” Neredeyse düşecektim. Bu sözler kuvvetli bir şekilde karşıma çıktı. Daha sonra, o mektubu tam benim dua ettiğim anda yazdığını öğrendim. O anda, bunu birine söyleme isteğiyle dolmuştu. İşte ‘bir şekilde’ bu kişi ben olmuştum.

Bundan kısa bir süre sonra, inanmaya karar verdim ve hayatımı Rab İsa Mesih’e verdim. İncil şöyle diyor,

“Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur. Oysa yaşama götüren kapı dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır.” (Matta 7:13-14, İncil)

İsa’nın çarmıhta bağışlatan ölümünün doluluğunu anlamak benim yıllarımı aldı, özellikle de Müslümanların ‘iyi ve kötü eylemlerimizin tartıldığı terazi’ kavramına inanarak yetiştiğim için. Gerçek şu ki, Müslüman olarak, Cennete gitmediğimi biliyordum. Kimse, İsa Mesih’in bağışlatan kanı olmadan Cennete giremez. İsa şöyle diyor,

“Yol, gerçek ve yaşam Ben'im.” (Yuhanna 14:6, İncil)