headerLogo2b-18pt-myriadpro

 

Neden Hristiyan Oldum?

 

Eminim, hepimiz, gidebilecek olsak, cennete gitmek isteriz. Dini inançlarınız ne olursa olsun, size bir seçenek verilecek olsa eminim cenneti seçerdiniz. Cennet ne olursa olsun ve nerede olursa olsun, eminim orada olmak istersiniz. Ama çok basit bir gerçekle başlamak istiyorum. Herkes cennete gitmeyecek. İsa şöyle dedi, “Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur. Oysa yaşama götüren kapı dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır.” (Matta 7:13-14, İncil)

Birçok insan cennet hakkında konuşur. Ve birçok insan cennete gideceğini düşünür ama İsa’nın söylediği bu değil. Hayatta iki yol vardır; biri cennete, diğeri cehenneme gider.  Birçok kişi cehennem yolundadır, sadece bunun farkında değildirler. Bu da, cennete gideceklerine inanan milyonlarca iyi, düzgün, dindar insanın bir gün ne kadar yanıldıklarını görecekleri anlamına gelir.

İkincisi benim de gözlemimdir: çoğu kişi iyi insanların cennete gideceğine inanıyor olmasıdır. Kısa bir süre önce ülkemde gerçekleştirilen bir ankete göre insanların %53’ü “İyiliklerin, cennette bir yer kazanmamıza katkısı vardır” diye inanıyorlar. Ülkenizdeki insanların %90’ından fazlası bu inancı paylaşıyor olabilir. Peki ya siz?

Çoğumuz iyi insanların hepsinin cennete gideceğine inanırız. Bu görüşteki sorun yaratan nokta “iyi”nin tanımıdır. “İyi” ne demek? Kim “iyi”? Herkes bunu çeşitli şekillerde tanımlar. İnsan genel olarak iyi bir kişiyse veya yaşamı boyunca başkalarına yeterli miktarda iyilik ederse, cennette bir yer kazanacaklarına inanırız. Ne var ki bu durum, ‘iyi’nin ne olduğu sorusunu doğurur. Çoğumuz, insanlara karşı iyi davranmanın, yardım kuruluşlarına bağışta bulunmanın, dürüst bir yaşam sürdürmenin, sarhoş olmamanın ve eşimize sadık kalmanın “iyi”nin tanımı olarak sayarız. “İyi”nin tanımına göre eksik yanlarımız var mı? Muhtemelen. Fakat Tanrı’nın eksiklerimizi görmezden geleceğini düşünürüz.

Tanrı’nın karakterini ve doğasını öğrenmenin kendi durumumuzu anlamamıza yardım edeceğini düşünüyorum. Eski Antlaşma’da Yeşaya peygamber Tanrı’yı şöyle tarif eder: “Yüce ve görkemli Olan, Sonsuzlukta yaşayan, adı Kutsal Olan diyor ki…” (Yeşaya 57:15)

“Kutsal” olarak çevrilen kelime ‘ayrılmış’ veya ‘ayrı’ anlamına gelir. “Kutsal” olan, sıradan olandan ayrılır. Yaratıcı, yarattıklarından ayrıdır.

Şayet cennet insanların Tanrı’nın huzurunda durduğu yer ise, o zaman buraya ancak ‘Tanrı için ayrılmış’ insanlar olarak yaklaşabiliriz. Bu şekilde, Tanrı’nın “iyi” tanımının bizimkinden farklı olabileceğini anlamaya başlarız. Nitekim, bizimkinden çok çok farklıdır!

Yeşaya, Tapınak’ta Tanrı’yı tahtında oturmuş olarak gördüğü görümünde, gördükleri karşısında şöyle karşılık verdi: “Vay başıma! Mahvoldum” dedim, “Çünkü dudakları kirli bir adamım, dudakları kirli bir halkın arasında yaşıyorum.” (Yeşaya 6:5). 

Kutsal Yazılar boyunca Tanrı’nın kendisini açıkladığı, yüceliğinin bir kısmını gösterdiği kişilerin Tanrı’nın varlığının muazzamlığı karşısında dizlerinin bağı çözüldüğü ve genellikle bu karşılaşmadan ötürü öleceğini düşündüğü görülür. Burada nedenini algılanmakta zorlandığımız bir durum vardır. Tanrı hem yarattıklarıyla ilişki kurmak ister hem de kendisine çok fazla yaklaşmaya çalıştığı takdirde insan mahvolur!

Öyleyse kimin cennete gideceği sorusuna cevap vermeden önce neyi anlamamız gerekir? Cennette sonsuzluğu birlikte geçirmeyi istediğimiz Tanrı’nın karakterini ve doğasını.

Sadece tek bir ayete bakalım. “Mübarek ve tek Hükümdar, kralların Kralı, rablerin Rabbi, ölümsüzlüğün tek sahibi, yaklaşılmaz ışıkta yaşayan, hiçbir insanın görmediği ve göremeyeceği Tanrı, Mesih'i belirlenen zamanda ortaya çıkaracaktır. Onur ve kudret sonsuza dek O'nun olsun! Amin.” (1. Timoteos 6:15-16, İncil)

Tanrı’nın bulunduğu yerdeki ışık o kadar parlak ve pırıltılı ki, ölümlü gözlerin buna dayanmasına olanak yoktur. Bu, Tanrı’nın bulunduğu yer hakkında Kutsal Kitap’ta çok yaygın bir şekilde kullanılan bir tasvirdir. Cennet her zaman en pak ve en parlak ışığın olduğu yer olarak resmedilir. Cennetin ayrıntılarının verildiği İncil’in son iki bölümünde, cennette Güneş, Ay veya yıldızların ışığına gerek olmadığını görüyoruz. Tanrı, bu ışıkta oturan ve çevresi inanılmaz, yaklaşılmaz bir görkemle sarılmış bir şekilde resmedilir.

Üzerinde biraz düşünün. Güneş, dünyadan 149 milyon km. uzaklıkta ortalama bir yıldız büyüklüğünde olduğu halde, kimsenin, Güneş’e sürekli olarak bakıp da gözlerinin zarar görmemesi mümkün değildir. Ölümlü insanın, Tanrı’nın ifade edilemez görkemine bakmakta çok daha zorlanacağı kesindir! Tanrı’nın huzuruna girebilecek kadar iyi olduğumuzu düşünebiliriz ama gerçekten öyle miyiz? Tanrı bizim belirlediğimiz standartlar ve yaşadığımız yaşamlar hakkındaki görüşü nedir?

“Çünkü benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değil, Sizin yollarınız benim yollarım değil” diyor RAB. “Çünkü gökler nasıl yeryüzünden yüksekse, yollarım da sizin yollarınızdan, düşüncelerim düşüncelerinizden yüksektir.” (Yeşaya 55:8-9, Kutsal Kitap)

Cennete giriş için gerekli koşul kesin doğruluk ise ve insan bunu sağlamaktan acizse, o zaman Tanrı’nın bunu sağlaması gerekir. Vardığınız sonuç bu değil mi? Gerçekten de başka bir yol yok. Hiçbirimiz böyle bir standarda uyamayız, bir gün için bile. Kutsal Yazılar’da söylediği gibi hepimiz yetkinlik konusunda eksiğiz. “Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı.” (Romalılar 3:23, İncil)

İyı Haber!

“Tanrı'nın bu isteği uyarınca, İsa Mesih'in bedeninin ilk ve son kez sunulmasıyla kutsal kılındık…Çünkü kutsal kılınanları tek bir sunuyla sonsuza dek yetkinliğe erdirmiştir.” (İbraniler 10: 10, 14, İncil)