Bu yazımızda, İsa’nın ilahi varlığı ve bunun insanlıkla ilişkisi ile ilgili çeşitli düşünce ekollerini inceleyeceğiz. Son iki binyıl içinde, İsa’ya inananlar da, inanmayanlar da İsa’nın kimliği konusunda çeşitli kurgulamalar yapmışlardır. İnsanlar İsa’nın gerçek kimliğini ne kadar iyi biliyorlardı? Aşağıdaki ayetlerde göreceğiz:
İsa, Filipus Sezariyesi bölgesine geldiğinde öğrencilerine şunu sordu: "Halk, İnsanoğlu'nun [‘İnsanoğlu’ Kutsal Yazılar’da İsa’ya verilen ünvanlardan biridir] kim olduğunu söylüyor?"
Öğrencileri şu karşılığı verdiler: "Kimi Vaftizci Yahya, kimi İlyas, kimi de Yeremya ya da peygamberlerden biridir diyor."
İsa onlara, "Siz ne dersiniz" dedi, "Sizce ben kimim?"
Simun Petrus, "Sen, yaşayan Tanrı'nın Oğlu Mesih'sin" yanıtını verdi.
İsa ona, "Ne mutlu sana, Yunus oğlu Simun!" dedi. "Bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki Babam'dır.” (Matta 16:13-17)
İsa Petrus’a, insanların kim olduğunu söylediklerini sordu. Petrus’un cevabı, İsa’nın gerçek kimliği konusunda insanların kafalarının ne kadar karışık olduğunu kanıtlıyordu. Sonunda İsa Petrus’a, onun kim olduğunu düşündüğünü sordu. Petrus da, "Sen, yaşayan Tanrı'nın Oğlu Mesih'sin" diye cevap verdi. Bugün, insanlık tarihini değiştiren bu sıra dışı kişi üzerinde düşünürken, İsa’nın sorusu hala kulaklarımızda yankılanmaktadır. Kimdi bu İsa?
İsa ilahi bir varlık mıydı? İsa, insan mıydı? Hem insan, hem ilahi miydi? Eğer İsa hem ilahi hem de insani ise, bu iki doğanın birlikte nasıl işlediğini anlamalıyız? Mesih’in insanlığı ve tanrılığı arasında metafiziksel bir birlik (varlıkbilimsel) mi vardır? Varlıkbilimsel mi? Yoksa, bu birlik sadece işlevle mi ilgili? Ya da, sadece davranışlarla mı ilgili? Metafiziksel birlik mantıksal açıdan saçma mı? İşte bunlar yüzyıllar boyunca Mesih’i araştıranların ortaya çıkardıkları çok sayıda sorundan sadece birkaçıdır. Bunlar ve başka sorular bu makalede incelenecektir.
Sadece İsa’ya iman etme temelinde cennette sonsuz yaşam güvencesine sahip olmak, gerçekten de Tanrı’dan gelen inanılmaz bir armağandır. Böylesi bir armağan karşısında hayret duygumuzu hiçbir zaman kaybetmeyelim ve dünyadaki hiçbir şeyin bunu lekelemesine izin vermeyelim. “İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı'nın armağanıdır. Kimsenin övünmemesi için iyi işlerin ödülü değildir.” (Efesliler 2:8-9, İncil). Öte yandan, bu yazıda armağanın ötesine, armağanı Veren’e bakacağız. Arzumuz, İsa’nın varlığı hakkında daha derin bir anlayışa sahip olmaktır. Gördüğünüz gibi bu arayışta yalnız değiliz.
İsa Mesih’le ilgili tarihsel anlayışın üç kolunu inceleyeceğiz. Bunların hepsi İsa’nın tanrılığı ve insanlığı arasındaki ilişki hakkındaki yanlış görüşlerdir. Bunların hepsi, ilk kilise ve ilk kilise dönemine ait çeşitli konsüllerde reddedilmiştir. Bu düşünce ekolleri, İsa’nın tanrılığı veya insanlığını aşırı vurgulayarak ya da, gereğinden az vurgulayarak, gerçek İsa’yı, Kutsal Kitap’ta resmedilen İsa’yı tarif etmekte başarısız oluyorlar.
Birinci kategori Mesih’in gerçek tanrılığını inkar edenlerden oluşuyor. İkinci kategori Mesih’in gerçek insanlığını inkar ediyor. Üçüncü kategori ise, İsa’nın gerçek tanrılığı ve insanlığını ikrar edenlerden oluşuyor.
GERÇEK TANRILIĞIN İNKARI
Ebiyonizm
Hıristiyan kilisesinin, aralarında çıkan ilahiyatla ilgili çeşitli yanlış öğretilere karşı daha ilk baştan itibaren kendisini savunması gerekti. Ebiyoncular, ilk kilise babaları tarafından sıkça adlarından söz edilen yanlış öğretiş tarikatlarından birisiydi. Logos’un (Söz) ezelden beri var olmadığı görüşündeydiler. İsa, Musa’nın Yasası’na mükemmel bir şekilde uyan bir insandı sadece. Mesih’ti ama bu ilahi bir anlam taşımıyordu. Yusuf ve Meryem’in çocuğu olarak normal bir şekilde dünyaya gelmişti. Musa’nın Yasası’nı yerine getirdiği için, vaftizinde Tanrı’nın Ruhu özel bir şekilde üzerine gelmişti. İsa, ilahi bir şekilde doğmamıştı. Her zaman Tanrı Oğlu değildi; tanrılığa oğul olarak kabul edilmişti. Öte yandan, onun ilahi doğası, Baba’nınkiyle aynı değildi.
Dinamik Monarkiyancılık
Bu Hıristiyan yanlış öğretişi 2. ve 3. Yüzyıllarda gelişmiştir. Üç tanrı inancına karşı çıkıp tektanrıcılığı koruma girişimi olarak ortaya çıkmıştır. Monarkiyancılık, bir kişi olarak bir Tanrı’nın – Baba’nın- var olduğunu öğretir. Başlıca iki gruptan oluşuyordu: Dinamik monarkiyanlar ve şekilsel monarkiyanlar. Tektanrıcılığı koruma girişimleriyle İsa Mesih’in kesin tanrılığını inkar ettiler. İsa sadece bir insandı ama hayatının bir döneminde Kutsal Ruh tarafından özel bir şekilde donatılmıştı.
Dinamik Monarkiyancılık, İsa’nın doğasında Tanrı olmadığı görüşüdür. Tanrı İsa’da vardı tıpkı her birimizde var olduğu gibi ama Tanrı, İsa’da özellikle güçlü bir şekilde vardı. İnsan İsa bu gücün işleyişini sadece deneyim etti o kadar ki, Logos, Mesih’in insanlığına giderek artan bir şekilde girdi ve sonunda onun tanrılaşmasıyla son buldu. (1)
İsa Tanrı’ydı çünkü Tanrı onun içinde mesken kurmuştu. Şekilci Monarkiyancılık, ki aynı zamanda, Modalizm olarak da bilinir, Tanrı’nın kendisini çeşitli zamanlar Baba olarak (başta Eski Antlaşma’da olmak üzere), başka zamanlarda Oğul olarak (özellikle İsa’ya gebe kalınmasından, göğe alınışına kadar) ve başka zamanlarda Kutsal Ruh olarak (başta İsa’nın göğe alınmasından itibaren) göstermiş olmasıdır. Şekilci Monarkiyancılık Tanrı’nın kendisini üç farklı biçimde gösterdiğini öğretir; Kutsal Kitap’ın ileri sürdüğü gibi üç Kişi’de gösterdiğini öğretmez.
İ.S. 200 yıllarında Anadolulu bir rahip olan Prakeyas bu öğretişi yaymıştır.
GERÇEK İNSANLIĞİN İNKARI
Dosetizm
Bu Hıristiyan grup adını, ‘görünmek’ anlamına gelen Grekçe ‘dokew’ kelimesinden alır. İsa’nın insan değil, ilahi bir varlık olduğu görüşündeydiler. Sadece gerçek bir insanmış gibi ‘görünmüştü.’ Sıkıntıları ve ölümü sadece birer yanılgıdan ibaretti. İnsanlığının özü yoktu, aynı şekilde gerçek bir insan doğasına da sahip değildi. Bu öğretiş Gnostisizmin ilk dönemlere ait bir biçimiydi.
Gnostisizm
Gnostisizm pek çok farklı görüşü içerir fakat gnostisizmin tüm kollarında ortak olan bazı öğretişler vardır. Platon’un maddeyi kötülük, ruhu ise iyilikle eşit gören çerçevesiyle çalışarak maddi insanın kötü olduğunu öğrettiler. Öte yandan, bazı insanların içinde ‘Nihai Ölüm’ün ilahi kıvılcımı vardı. Ama bunun farkında değillerdi. İlahi olduklarının farkına varmaları için birinin bu bilgiyi (Grekçe gnosis, buradan Gnostisizm türemiştir) kendilerine açıklamasına ihtiyaç duyuyorlardı. İsa Mesih, insanlara bu farkındalığı vermek için gelen kişi olarak tanınmıştır. Madde kötü olduğu için İsa Mesih’in fiziksel bir bedeni olamazdı; onunki ruh bedeniydi. Bu açıdan Gnostisizm, Dosetizmi örnek alır.
Apollinaryanizm
Apollinaryus, kendi adıyla anılan ilahiyat görüşünün babasıdır. Apollinaryus İsa’nın hem ilahi hem de insan olan tek bir kişi olduğuna inanıyordu. Fakat ilahi Logos’un, insan Mesih’teki akılcı ruhu (nous) harekete geçirdiğine inanıyordu. Onun Kristolojisine (Mesih bilim), göre insan bedeni ve can, ilahi Logos’a bağlanmıştı. Logos, insan benliğiyle birleşmiş Mesih’in içiydi. (3) Bu birleşme sonucunda Mesih’in iki değil, tek bir doğası vardı.
Aryancılık
Bu öğretişin kökeni Antakyalı Lusiyan’a dayandığı halde, en ünlü savunucusu ve geliştiricisi İskenderiyeli Aryus olmuştur ve ismi de buradan gelmektedir. Aryus Tanrı değişmez olduğu için Tanrı’nın özünün başka birine iletilemeyeceğini öğretti. (2) Bu varlık, Tanrı Oğlu, Tanrı sayılamazdı. İsa, Tanrı’nın ilk yarattığıydı. Buna karşılık, İsa da diğer her şeyi yarattı. Aryancıların İsa’yla ilgili en ünlü söylemleri şuydu, "Onun olmadığı bir zaman da vardı." İlahiydi ama tanrı değildi. Ancak Baba, sonsuz ve değişmezdi. Oğul, Baba’yla birlikte var olmuş, aynı şekilde ezeli ve ebedi veya O’na eşit değildi. Temelde, Oğul, yarı tanrıdır, ne Tanrı ne de insandır. Fiziksel dünya ve göksel dünya arasında bir tampon işlevi görür. Fakat tam olarak hiçbirine ait değildir.
EKSİKSİZ İNSANLIK VE TANRILIK İKRARI
Nestoryanlık
Bu görüşün başlıca savunucuları, Nestoryus ve Mopsyestiyalı Teodor’du. Teodor Mesih’in tam olarak insan ve tam olarak tanrı olduğunu ikrar etti fakat ilahi logos ve İsa’nın insanlığının, özde bir birlik olmadığını ileri sürdü. Bu ahlaki bir birlikti. Birlik, işlevseldi, ontolojik değildi. Mesih’in insanlığının tamamı, Logos’un tam tanrılığına itaat ediyordu ve böylece davranışsal bir birlik ortaya çıkıyordu.
Nestoryus da Mesih’in tamamıyla insan ve tamamıyla Tanrı olduğunu ikrar etti. Mesih’in iki doğasını da Grekçe prosopon (kişi) olarak tanımladı, bu şekilde, Mesih’i iki kişiye bölmüş oldu. İnsan olan İsa’nın eylemleri ve sıkıntılarını ilahi doğaya atfetmeyi reddetti. Mesih’in iki niteliğinin iletişimi olmadığını düşünüyordu. Mesih’in iki doğası ancak iradeyle birbirine bağlıydı.
Ötikiyanizm
Aynı zamanda Monofisizm (mono = bir; physis = doğa) olarak da bilinir, bu öğretiş, Konstantinapolis’te yaşayan Ötikes adında bir keşiş tarafından benimsenmiştir. Ötikes, Logos’un, beden almadan önce iki doğası olduğunu, beden aldıktan sonra ise, İsa’nın insan bedenine bürünen bir doğası olduğunu öğretti. Mesih’in tamamıyla Tanrı ve tamamıyla insan olduğu görüşünü korudu fakat iki doğanın birliğini açıklayarak, İsa’nın insanlığının diğer herkesin insanlığı gibi olduğunu inkar etmiş oldu. Neden? Çünkü beden alma sırasında, Logos insan doğasını içine çekti. Sonuçta iki doğa da, kendi özelliklerini korudular; yani her ikisi de kendi doğalarının (ilahi ve insani) gerçekte metafizik olarak o doğa olmasını sağlayan özellikleri korudular. Aksine, sonuçta ortaya bir tertium quid (üçüncü madde) çıktı, ki bu da, ne Logos ne de insandı, tamamıyla farklı bir şeydi. O halde, beden almayla, ilahi doğayla, insani doğa, yeni bir doğa oluşturacak biçimde birleştiler. Bu yeni doğa ‘Tanrı olmayan’ sayılamazdı çünkü Logos’un tanrılığı ikisinin birliğinde insanlığı içine aldı.
Tebrikleri hak ettiniz!
Yazının bu kısmına ulaşmayı başaranları tebrik ediyorum! Bu tarihsel fakat yanlış öğretileri içeren düşünce ekollerinin birçoğunuzun pek ilgisini çekmeyeceğini düşünüyorum. Umarım benim eleştirim için aynı şey söylenmez. Umudum ve duam, dikkatinizi ilahiyatlarında bulacağımız hatalara vermenizdir. İsa’nın kimliğini nasıl yanlış anladıklarını görüp biz de aynı hatayı yapmayalım. Bizim gibi ölümlü insanlar için sonsuz Tanrı’yı tam olarak anlamanın mümkün olmadığının da farkında olmalıyız. Kutsal Kitap Tanrı’yı tek bir Tanrı olarak sunar ama sonra üç Kişiden söz eder- Baba, Oğul ve Kutsal Ruh. Bu iki gerçeğin nasıl birbirine uyduğu, insan aklı için kavranılamazdır. Tarif edilemezi (Tanrı) tanımlamaya giriştiğimizde her zaman başarısız olacağız.
ELEŞTİRİ
Dinamik Monarkiyancılık
Dinamik Monarkiyancılık, Mesih’in insanlığının tanrılıktan ayrı olarak kişisel bir varlığı (gerçeklikte var olma durumu) benimser. Mesih’in kişiliğinin birliği temelinde bunu kabul edemeyiz. Mesih’in kişiliğinin birliği, Tanrı Oğul, İsa Mesih’in insan doğasını alması ama aynı zamanda yine de tamamıyla Tanrı olmasını tarif etmek için kullanılır.
İsa’nın kişiliğiyle ilgili birlik bizlere üç önemli gerçeği anlatıyor:
1) İsa tamamıyla insani ve tamamıyla tanrısaldır.
2) Karışım, içine alma veya bu iki doğanın birleşmesi söz konusu değildir.
3) İsa sonsuza dek bir tek Kişidir. Tamamıyla Tanrı ve tamamıyla insandır.
İsa her zaman Tanrı olmuştur ama beden alma sırasında insan oldu. “İsa her zaman Tanrı mıydı? Ciddi misiniz?” diye sorabilirsiniz. Evet, İsa’nın var oluşu hakkında kendisinin neler söylediğine kulak verelim. İsa ne zaman var olmaya başladı? “Babanız İbrahim günümü göreceği için sevinçle coşmuştu. Gördü ve sevindi.” Yahudiler, "Sen daha elli yaşında bile değilsin. İbrahim'i de mi gördün?" dediler. İsa, "Size doğrusunu söyleyeyim, İbrahim doğmadan önce ben varım" dedi.” (Yuhanna 8:56-58, İncil)
Bu ayetlerde ilginizi çeken şey ne? Benim en çok ilgimi çeken son ayet. İsa, İbrahim’den, büyük biri olsa da, doğmuş olan, yaratılan bir insan olarak söz ediyor. İbrahim’in bir başlangıcı vardı. Fakat İsa kendisinden başlangıcı olmayan Yaratıcı olarak söz ediyor. İsa, Tanrı’nın kendisini Musa’ya açıkladığında kullandığı adı kullanıyor. Aralarında geçen konuşmaya kulak verelim:
“Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı Dağı'na, Horev'e vardı. RAB'bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde ona göründü. Musa baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor.
“Çok garip” diye düşündü, “Gidip bir bakayım, çalı neden tükenmiyor!”
RAB Tanrı Musa'nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Musa, Musa!” diye seslendi. Musa, “Buyur!” diye yanıtladı.
Tanrı, “Fazla yaklaşma” dedi, “Çarıklarını çıkar. Çünkü bastığın yer kutsal topraktır. Ben babanın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı'yım.” Musa yüzünü kapadı, çünkü Tanrı'ya bakmaya korkuyordu.
RAB, “Halkımın Mısır'da çektiği sıkıntıyı yakından gördüm” dedi, “Angaryacılar yüzünden ettikleri feryadı duydum. Acılarını biliyorum. Bu yüzden onları Mısırlılar'ın elinden kurtarmak için geldim. O ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara, süt ve bal akan ülkeye, Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevus topraklarına götüreceğim. İsrailliler'in feryadı bana erişti. Mısırlılar'ın onlara yapmakta olduğu baskıyı görüyorum. Şimdi gel, halkım İsrail'i Mısır'dan çıkarmak için seni firavuna göndereyim.”
Musa, “Ben kimim ki firavuna gidip İsrailliler'i Mısır'dan çıkarayım?” diye karşılık verdi.
Tanrı, “Kuşkun olmasın, ben seninle olacağım” dedi, “Seni benim gönderdiğimin kanıtı şu olacak: Halkı Mısır'dan çıkardığın zaman bu dağda bana tapınacaksınız.”
Musa şöyle karşılık verdi: “İsrailliler'e gidip, 'Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi' dersem, 'Adı nedir?' diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?”
Tanrı, “Ben Ben'im” dedi, “İsrailliler'e de ki, 'Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi.' “İsrailliler'e de ki, 'Beni size atalarınızın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı RAB gönderdi.' Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım.” (Çıkış 3:1-15, Eski Antlaşma)
Tanrı kendisi için ‘Ben Ben'im’ dedi; kendi kendine var olduğunu bu nedenle de başı ve sonu olmadığını söylüyordu. Tüm yaratılmış olanların varlığını ve varoluşunu O sağlamaktadır. Buna Musa da dahildir. İbrahim de. Ancak Tanrı, ‘BEN BEN’İM’ diyebilir.
İsa ne dedi? “İbrahim doğmadan önce ben varım.” ‘Ben vardım’ demedi. “Ben varım,” dedi. ‘Ben varım’ ifadesi geniş zamandır ama geçmiş bir zamanı kast ettiği açıktır. Tanrı için düşünüldüğünde, zamandan bağımsız olarak sürekli varolma anlamı taşır. Bizler zamanı geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman olarak ayırıyoruz. Bu ifade Tanrı için düşünüldüğünde, Tanrı’nın varlığını bu şekilde ölçmediği anlamı taşır. İsa da bu şekilde ölçmedi.
Ayetlerdeki soru İsa’nın yaşıyla ilgiliydi. Yahudiler’in itirazı, elli yaşında olmadığı için İbrahim’i görmüş olmasının mümkün olmadığıydı. İsa buna, İbrahim’den önce var olduğunu söyleyerek cevap verdi. İsa’nın elli yaşında olmadığı ve insan olarak İbrahim’den önce var olamayacağı doğru olsa da, İsa’nın buradaki açıklaması başka bir doğayla, İsa’nın ilahi yönüyle ilgilidir. Ayetler, insan olsa da, İbrahim’den önce var olan başka bir doğaya da sahip olduğunu kanıtlıyor. Tanrı’nın Kutsal Kitap’ta İsa hakkında açıkladığı budur. “İsa Mesih dün, bugün ve sonsuza dek aynıdır.” (İbraniler 13:8, İncil)
Dinamik Monarkiyancılık yanlıştır çünkü İsa’nın insani ve ilahi olan iki doğası birbirinden ayrılamaz. İsa’nın kişiliğinin birliği, Mesih’in insanlığı ve tanrılığının karşılıklı olarak birbirine bağlı olduğunu anlamamızı gerektirir. Yani, kişi olarak Mesih, kişisel var oluş için tanrılığına dayanıyordu. Tanrı sadece bir insan içinde mesken kurmamıştı, insan olmuştu. İsa Tanrı Mıdır? Dört Olağanüstü Ayet yazısında üzerinde çalıştığımız, italik olarak işaretlenmiş ayete dikkat edin. Kutsal Kitap’ta İsa’ya verilen birçok isimden biri Söz’dür.
“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı. Yaşam O'ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Söz, insan olup aramızda yaşadı. O'nun yüceliğini Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul'un yüceliğini gördük.” (Yuhanna 1:1-4, 14, İncil)
Tanrılık ve insanlık arasında metafiziksel bir birlik vardı. Kutsal Yazılar’a göre İsa doğuştan ilahiydi. İsa’nın Tanrı olmadığı bir zaman yoktu. İlahi olmayan bir İsa var olamazdı. İsa’nın sadece bir insan olduğunu söyleyen kişiler, hiçbir zaman varolmamış birinden söz ediyorlar!
“Onun kökeni öncesizliğe, zamanın başlangıcına dayanır.” (Mika 5:2, Eski Antlaşma)
“Onun yanına giren melek, "Selam, ey Tanrı'nın lütfuna erişen kız! Rab seninledir" dedi. Söylenenlere çok şaşıran Meryem, bu selamın ne anlama gelebileceğini düşünmeye başladı. Ama melek ona, "Korkma Meryem" dedi, "Sen Tanrı'nın lütfuna eriştin. Bak, gebe kalıp bir oğul doğuracak, adını İsa koyacaksın. O büyük olacak, kendisine 'Yüceler Yücesi'nin Oğlu' denecek. Rab Tanrı O'na, atası Davut'un tahtını verecek. O da sonsuza dek Yakup'un soyu üzerinde egemenlik sürecek, egemenliğinin sonu gelmeyecektir."
Meryem meleğe, "Bu nasıl olur? Ben erkeğe varmadım ki" dedi.
Melek ona şöyle yanıt verdi: "Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, Yüceler Yücesi'nin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek.” (Luka 1:28-35, İncil)
Ebiyonizm
Ebiyonizm aynı kolu izler çünkü İsa Mesih’le ilgili görüşleri Dinamik Monarkiyancılıkla neredeyse aynıdır. İsa’yla ilgili görüşü, İsa’nın insanların örnek alacağı ahlaki bir örnek olduğundan öteye geçmez. Kutsal Yazılar’ın öğrettiği gibi bizim adımıza kurtuluşu gerçekleştiren günahsız Tanrı-insan değildir.
Dosetizm
Dosetizm İsa’nın insanlığına ilişkin Kutsal Yazılar’daki çok sayıda doğrulamayı açıklayamıyor. İsa bir hologram değildi. Elçi Yuhanna İsa’nın hem görülebildiğini hem de kendisine dokunulabildiğini ileri sürdü. “Yaşam Sözü'yle ilgili olarak başlangıçtan beri var olanı, işittiğimizi, gözlerimizle gördüğümüzü, seyredip ellerimizle dokunduğumuzu duyuruyoruz. Yaşam açıkça göründü, O'nu gördük ve O'na tanıklık ediyoruz. Baba'yla birlikte olup bize görünmüş olan sonsuz Yaşam'ı size duyuruyoruz. Evet, sizin de bizlerle paydaşlığınız olsun diye gördüğümüzü, işittiğimizi size duyuruyoruz.” (1.Yuhanna 1:1-3, İncil)
Kutsal Yazılar aynı zamanda Mesih’in acı çektiğini öğretir. Eski Antlaşma bunu önceden bildirir ve Yeni Antlaşma da doğrular. Örneğin, aşağıda alıntıladığımız, İsa hakkındaki Eski Antlaşma peygamberliği ona ‘acılar adamı’ denileceğini söylüyor. Neden acı çekti? Esas olarak, günahlarımızı yüklenmek ve böylece onu Kurtarıcıları olarak kabul eden herkes için cennetin kapılarını açmak için ödemesi gereken korkunç bedel yüzünden acı çekti.
“İnsanlarca hor görüldü, yapayalnız bırakıldı. Acılar adamıydı, hastalığı yakından tanıdı. İnsanların yüz çevirdiği biri gibi hor görüldü, ona değer vermedik. Aslında hastalıklarımızı o üstlendi. Acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi. Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk. Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık. Her birimiz kendi yoluna döndü. Yine de RAB hepimizin cezasını ona yükledi.” (Yeşaya 53:3-6, Eski Antlaşma)
İnsanla cennet arasındaki tek engel günahtır. Tanrı buna nasıl karşılık verdi? Aşağıdaki peygamberlik bu konuya ışık turuyor:
“Yine de RAB hepimizin cezasını ona yükledi.” İsa bu konuda ne diyor? “Ben iyi çobanım. İyi çoban koyunları uğruna canını verir...Canımı kimse benden alamaz ben onu kendiliğimden veririm. Onu vermeye de tekrar geri almaya yetkim var.” (Yuhanna 10:11, 18, İncil)
Suçlarımızı yükleniyor, bedellerini ödüyor ve taşıyor!
Daha önce yaşamış herkesin – Kurban dışında- yaşamından sanki kirli bir yumak yapılmıştı. Kurban günahsızdı. Bu yumak o kadar kokuşmuş, o kadar kötü, o kadar korkunç ki kimse kilometrelerce öteden bile yanına yaklaşmak istemiyor. Çağların toplu karanlığıyla neredeyse nabzı bir atıyor. Yumağın içinde kralların ve fatihlerin açıkça işledikleri günahları ve bankacı, politikacı ve başka bir sürü kişinin gizli saklı günahlarını görüyoruz. Yumak, Hitler’in korkunç işleri ve Çin’de Golmud kentinde yaşayan ayakkabıcının bir yaşam boyu karısına karşı işlediği sevgisiz davranışların günahlarıyla kabarıyor. Tanrı ayakkabıcının kötü komşusunun ve başka kadınlarla gece geç vakitlerdeki ilişkilerini de buna kattı. Nitekim, Tanrı yaşamış olan hiçbir erkek ve kadının evlilik dışı ilişkilerini unutmadı. Kadınların ve erkeklerin işlediği bütün iğrenç cinsel günah bu yumağın içine sıkıştırılmıştır. Bu kötülüklere bizzat bizim günahlarımız- geçmişteki, şu anki ve gelecekteki- eklenmiştir. Bu iğrenç yumak nereye konuyor? Bu sıra dışı Kurban’ın üzerine yükleniyor. Tanrı’nın tasarısına göre suçlarımızı yükleniyor, bedellerini ödüyor ve taşıyor.
Dosetizme göre Mesih acı çekemezdi. Tanrı’ya şükürler olsun ki acı çekmeye razı oldu! Tanrı’ya şükürler olsun ki bu kadar sevildiniz! Tanrı’ya şükürler olsun ki bir Kurtarıcınız var! Tüm ihtiyaçlarınızı sağladığı için- hem şimdiki zamanda hem de sonsuzluk boyunca- Tanrı’ya şükürler olsun! “Oysa Mesih, kendisini bir kez kurban ederek günahı ortadan kaldırmak için çağların sonunda ortaya çıkmıştır. Bir kez ölmek, sonra da yargılanmak nasıl insanların kaderiyse, Mesih de birçoklarının günahlarını yüklenmek için bir kez kurban edildi. İkinci kez, günah yüklenmek için değil, kurtuluş getirmek için kendisini bekleyenlere görünecektir.” (İbraniler 9:26-28)
“Bizler günah karşısında ölelim, doğruluk uğruna yaşayalım diye, günahlarımızı çarmıhta kendi bedeninde yüklendi. O'nun yaralarıyla şifa buldunuz.” (1.Petrus 2:24)
Apollinariyanizm
Apollinaryus, İsa’nın hem ilahi hem de insani olan bir kişi olduğuna inandı. Fakat daha önce gördüğümüz gibi, Mesih’in ilahi doğası haline gelen Tanrı’nın Logos’unun, İsa’nın rasyonel insan canının yerini aldığını düşünüyordu. Mesih’in bedeninin insan doğasının yüceltilmiş hali olduğuna inanıyordu. Diğer bir deyişle, İsa bir insan olduğu halde, insan düşüncesine sahip değildi, düşüncesi tamamıyla ilahiydi. Apollinaryus, Mesih’in iki doğasının bir kişi içinde yanyana var olamayacağını öğretiyordu. Çözümü Mesih’in insan doğasını azaltmakta bulmuştur.
Apollinariyanizm İ.S. 381’de Konstantinapolis’te gerçekleştirilen İkinci Genel Konsül’de mahkum edildi. Bu yanlış öğretiş, İsa kişisinde gerçek ve tam bir insanlık olmasını inkar eder. Kutsal Yazılar İsa’nın hem Tanrı, hem de insan olduğunu ilan eder. Nitekim, hepimizin tüm zamanlar boyunca işlediğimiz günahlarının karşılığını ödeyecek yeterli değerde pak ve kutsal bir kurban sunabilmek için Tanrı olması gerekirdi. İnsanlar için ölmesi için de bir insan- günahsız bir insan- olması gerekmiştir.
Kutsal Yazılar’da İsa’nın denendiğini okuyoruz. “Çünkü başkâhinimiz zayıflıklarımızda bize yakınlık duyamayan biri değildir; tersine, her alanda bizim gibi denenmiş, ama günah işlememiştir.” (İbraniler 4:15). İsa hepimizin yaşayabileceği her türlü denenmeyle karşılaştı. Bizi anlayabilmesinin ve bizlere yardım edebilmesinin nedenlerinden biri budur. Denenmişti- gerçek anlamda. Zulüm gördü; yoksuldu; hor görüldü ve fiziksel olarak acı çekti. Uzun süren ve çok zalim bir ölümün ıstırabına katlandı. İblis tarafından denendi. Hiçbir şeyde günah işlemedi.
Apollinariyanizm, İsa’nın denenmesi konusunda bir açıklama getiremiyor. İsa’nın düşüncesi insan düşüncesi olmasaydı, denenmeleri anlamsız olurdu. İsa objektif olarak denenmenin üstesinden gelecek ise, buna aynı zamanda insan aklında da karşı durması gerekirdi çünkü denenme insan aklında gerçekleşir. Eğer İsa’nın insan ruhu/düşüncesi yok ise, denenmiş olması da mümkün değildir. Ayrıca, Tanrı denenemez. “Ayartılan kişi, "Tanrı beni ayartıyor" demesin. Çünkü Tanrı kötülükle ayartılmadığı gibi kendisi de kimseyi ayartmaz.” (Yakup 1:13, İncil). Eğer Apollinariyanizmin öğrettiği gibi, ilahi Ruh/düşünce, İsa’nın insan ruhu/düşüncesinin yerini aldıysa, o zaman, İsa Tanrı olarak denenmiştir. İlk kilisenin bu öğretiyi yanlış öğreti olarak mahkum etmiş olmasına şaşmamalı.
İsa bilgelikte de gelişti. “İsa bilgelikte ve boyda gelişiyor, Tanrı'nın ve insanların beğenisini kazanıyordu.” (Luka 2:52). Bu, İsa’nın insani yönünden söz ediyor. Tanrı bilgelikte gelişir mi? Mümkün değil!
Tanrı'nın zenginliği ne büyük, bilgeliği ve bilgisi ne derindir! O'nun yargıları ne denli akıl ermez, yolları ne denli anlaşılmazdır! Rab'bin düşüncesini kim bilebildi? Ya da kim O'nun öğütçüsü olabildi? Kim Tanrı'ya bir şey verdi ki, karşılığını O'ndan isteyebilsin? Her şeyin kaynağı O'dur; her şey O'nun aracılığıyla ve O'nun için var oldu. O'na sonsuza dek yücelik olsun! Amin.“ (Romalılar 11:33-36)
Apollinariyanizmin pek çok hatası vardır. Örneğin, İsa, sadece Tanrı’nın iradesine değil, kendi iradesine de sahipti. Çarmıha gerilmesinden önce birkaç kez mahkemeye çıkmasına neden olacak tutuklanmasından hemen önce şöyle dua etti, “Baba, senin isteğine uygunsa, bu kâseyi benden uzaklaştır. Yine de benim değil, senin istediğin olsun.” (Luka 22:42)
Bu duanın ahlaki açıdan yetkin olan bir insanın duası olduğuna şüphe yoktur. Sevgisi sayesinde gönüllü bir kurban oldu fakat çarmıha giderken girmek üzere olduğu konum gibi Tanrı’ya göre bu denli aşağıda olan bir konuma geçmiş olmasaydı, yolculuğunun ahlaki güzelliğinde kara bir leke olurdu. Çarmıha gerilmemesi gereken bir insan varsa o da, İsa’ydı. Öte yandan, bizim ölçümüzde bir zaman ve yere bu amaçla girdi. Bizim gibi günahkarların cennete güvenli ve emniyetli bir geçiş hakkına sahip olması için cenneti bıraktı. İnsan olarak İsa’nın, ilahi iradesine aykırı olmasa da, ayrı bir iradesi vardı. Tüm günahlarınızın o dev, kirli yumağını yüklenmeye razı olduğu için ona şükrettiniz mi? Ben ettim- hem de tekrar tekrar.
Biz yine Apollinaryanizmin yanlış öğretilerine geri dönelim. İsa’nın insanlığını fiziksel yönüyle sınırlıyor. Bu da Tanrı’nın insan gözleriyle baktığı anlamına gelir. Böyle olunca, Tanrı’nın bir taksi şoförü gibi olması muhtemeldir. Fakat insan derisi, insanlığın özü değildir. Etten kemikten çok daha fazlasıyız. İsa, Kutsal Yazılar’ın kendisini resmettiği gibi gerçek bir insan idiyse, o zaman insan düşüncesi, iradesi, ruhu ve duygularına da sahip olması gerekirdi.
Nestoryanlık
Nestoryanlık, İsa’yı iki kişi olarak ayırdığı için kusurludur. Apollinariyanizm ise, İsa’yı, Tanrı’nın insan gözlerinden bakması biçiminde resmettiği için kusurludur. Öte yandan, Apollinariyanizme karşıt olarak, Nestoryus Mesih’in tamamıyla insan olduğu görüşünü korudu. Mesih’in tamamıyla ikili bir doğaya sahip olduğunu açıklamakta haklıydı fakat iki doğasının beraberce nasıl işlediğini açıklama çabasında yanılgıya düştü. İsa’nın ilahi ve insani doğaları arasında ahlaki (davranışsal) bir birliği öğretmek yerine, Kutsal Yazılar İsa’nın (Logos) insan olduğunu öğretir. Söz, insan olup aramızda yaşadı.” (Yuhanna 1:14, İncil). İncil’in orijinal dilinde ginomai kelimesi kullanılmıştır ve “halini almak” anlamına gelir. Logos sadece bir insan bedeni almadı, insan oldu. Birlik ahlaki değil, metafizikle ilgilidir. Bu tür bir birlikte, Mesih’in ilahi doğası veya insan doğası için söylenebilecekler, Mesih’in tüm kişiliğine atfedilebilir. Buna communicatio idiomatum deniyor. Mesih’in kişiliği, iki parçadan oluşmuyor, bir bütünden oluşuyor.
İsa’nın iki doğası sadece iradeyle birleşmiş olsaydı- bunu söylerken Mesih’teki insan doğasının her zaman Mesih’teki ilahi doğaya boyun eğdiğini söylemek istiyorum- o zaman, teorik olarak, insan İsa Mesih ve Tanrı’nın Ruhu birbirinden ayrı bir şekilde var olmuş olabilirler. Fakat beden almada, Tanrı insan oldu. Tanrı insan varlığını üzerine aldığında, Mesih’in tanrılığı ve insanlığı sonsuza dek ayrılmayacak bir şekilde, her yönden metafiziksel olarak birleşti. Bu böyle olmasaydı, o zaman İsa gerçekten bir insan olmamış, ancak sadece bir insanda mesken kurmuştur. Biri bir şey olduğunda, o şeyden ayrı olamaz. Tanrı gerçekten insan olduysa, ilahi doğanın insanlığından ayrılması mümkün olamaz.
Tanrı sadece belirli bir insanda mesken kurmuş olsaydı, o zaman en iyi haliyle, İsa’nın kurbanı, belirli bir kurtuluşu, yani sadece kendi kurtuluşunu sağlardı. Ölümü tüm insanlığı kurtarmazdı. İsa’nın Tanrı ve insan arasındaki tek aracı olabilmesini sağlayan, Tanrı’nın insan olarak tüm insan ırkıyla özdeşleşmesidir.
İsa’nın ölümünü sonsuz değerde kılan şey, sadece günahsızlığı değil, İsa’nın bedende görünen Tanrı olmasıdır. İsa, metafiziksel olarak Tanrı’nın kendisi olmasaydı, o zaman ölümü bizleri kurtaramazdı. Olan şudur; sonsuz Tanrı, bizim uğrumuza ölmek için insan oldu. İsa’nın çarmıhındaki etkinin nedeni budur. Öte yandan, Mesih’in insanlığı tanrılığından ayrı olsaydı, bu mümkün olmazdı.
Nestoryanlığın en büyük hatası İsa’nın iki ayrı kişiden oluştuğunu söylemesidir. Efes Konsülü İ.S. 431 yılında toplandı. İsa’nın iki ayrı ve birbirinden ayrılamaz doğaya sahip bir kişi- ilahi ve insani- olduğunu açıkladı. Nestoryus, Konstantinopolis Patriği görevinden alınıp önce Antakya’ya, sonra Arabistan’a, sonra da Mısır’a gönderildi. Nestoryanlık 1300 yıllarına kadar devam etti.
Nestoryanlığın Mesih’in iki ayrı doğaya sahip olması üzerindeki ısrarı, Kutsal Yazılar’da İsa’dan iki değil de, tek bir kişi olarak söz edilmesini açıklayamamaktadır. İsa her zaman kendisinden tekil olarak söz ediyor; aynı şekilde başkaları da onun hakkında tekil olarak konuşuyorlar. Tek bir bedende iki kişi var ise, o zaman, İsa’dan çoğul bahsedilmesini beklerdik.
Nestoryanlık, logos’un beden olmasının nasıl söylenebileceği konusunda da yeterli bir açıklama sağlayamıyor. Mesih’in ilahi doğası insan doğasından farklıysa, bu nasıl olabilir? Olamaz. Son olarak, Nestoryanlığın, sadece iradeyle birbirine bağlı ayrı doğaları resmetmesi, Tanrı’nın gerçekten beden alması düşüncesinin yerini alır. Sadece İsa’nın bedenine sahip olunmasına indirger. Mesih’in tanrılığı ve insanlığı arasında metafiziksel bir birlik olmadığı halde, o zaman nasıl Ruh’la dolu imanlılar Tanrı sayılamazsa, Mesih de aynı şekilde Tanrı sayılamaz. Nestoryanlıktaki İsa, Kutsal Yazılarda betimlenen İsa değildir.
Ötikiyanizm
Ötikiyanizm ilk kilisenin kabul edilebilir öğretilerinden biri olmaya çok yaklaşmıştı. Mesih’te iki tam, gerçek doğa olduğunu desteklediği için Kutsal Kitap’a uygun bir öğretiş olmaya da çok yakındı. Hatta ikisi arasında metafiziksel bir birlik olduğunu açıklayarak, Nestoryancılığın kurtuluşbilimle ilgili sorunundan da kaçınmış oldular. Bu öğretinin hataya düştüğü nokta, iki doğanın, üçüncü bir madde oluşturacak şekilde birbiriyle karıştığını ileri sürmesidir. Bu üçüncü madde, ilk iki türden de değildi. Bu tür bir karışım, doğaların karışmasını gerektirir ki, böyle bir durumda bireysellik yok edilir. Bu öğretiye inananlar İsa’nın artık Tanrı ve insan olmadığına inanma zorunda kalacaklardır. Eğer bu doğru olsaydı, İsa ne bizimle ne de Tanrı’yla özdeşleşebilirdi. Kendine özgü bir kategoriye girerdi ve Tanrı ve insan arasında bir aracı olmak için uygun biri olmazdı. “O bütün insanların kurtulup gerçeğin bilincine erişmesini ister. Çünkü tek Tanrı ve Tanrı'yla insanlar arasında tek aracı vardır. O da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş bulunan Mesih İsa'dır.” (1.Timoteos 2:15, İncil)
Bu öğretiş, aynı zamanda, Mesih’i, Kutsal Ruh tarafından meshedilmiş bir insan olarak hizmet eden biri olarak resmeden pek çok Kutsal Kitap ayetini de göz ardı etmektedir. İsa’nın ilahi doğası, insan doğasını içine almadı ya da buna baskın gelmedi. İsa metafiziksel olarak ve işlevsel olarak bir insandı. Mesih’e ilişkin Ötikiyan anlayış, Mesih’in Kutsal Kitap’ta gerçek insani duyguları ve özellikleri olan gerçek bir insan olarak resmedilmesini gözden kaçırmaktadır.
ÇELİŞKİ OLARAK BEDEN ALMA
Yukarıdaki kısımda alternatif bir yorum olarak sıralanmış olmasa da, bazıları Tanrı’nın beden alması fikrinin bir çelişki olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tanrı ve insanın birbirinden sonsuz farklılığa sahip olan iki varlık olduğunu söyleyen Soren Kierkegaard bu görüşü ortaya atmıştır. Tanrı’nın dünyasıyla insanın dünyası ateş ve buz kadar birbirinden farklıdır.
Hatırlanması gereken, çelişkinin birbirine zıt iki şey arasında olacağıdır- biri diğerinin iddiasını inkar eder. Örneğin, bir insanın ruhsal bir varlık olduğunu söylerken aynı zamanda ruhsal bir varlık olmadığını söylemek çelişkidir. İnsanın bir yönden ruhsal bir varlık olduğunu söylemek ve başka bir anlamda ruhsal olmadığını söylemek çelişkili değildir. İnsanın aynı anda hem ruhsal hem de maddi bir varlık olduğunu doğrulamak da çelişki değildir.
Beden almanın mekaniği hakkında anlamadığımız pek çok şey vardır fakat gizem, çelişki demek değildir. Tanrı’nın varlığı ve insanın varlığı, Kierkegaard’ın ileri sürdüğü gibi tamamıyla birbirinden ayrı değildir. İnsanın Tanrı’nın benzeyişinde yaratıldığı ve bu nedenle Tanrı’ya benzediği unutulmamalıdır. Tanrı, evreni ve içindeki her şeyi yarattığı büyük yaratma eylemi sırasında bunu söyledi.
“Tanrı, ‘İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım’ dedi, ‘Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.’ Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu.” (Yaratılış 1:26-27, Eski Antlaşma)
Yozlaşmış doğamızda gerçekten de hor görülebilecek birçok şey olsa da, eğer koşulların hepsini tartarsanız, insan, diğer yaratıklara göre yine de belirli bir bilgelik, adalet ve iyilik anlayışına sahip bir varlıktır. Bizler Tanrı’yla paydaşlık kurabilecek tek varlığız- O’nun ruhu bizim ruhumuzla bu paydaşlığı kurabilir. Sanki Tanrı’nın dünyadaki kral vekilleri gibi, tüm yaratılış üzerinde egemenlik bizlere verildi. Tanrı’ya benzerliğimiz antromorfolojik değildir çünkü Tanrı’nın bizim gibi kolları, bacakları vs. yoktur! Tanrı ruh olan bir varlıktır. Ama düşünün bir kere. Tanrı’nın benzeyişi insanda görünebiliyorsa, o zaman Tanrı’nın, bir yandan hala tanrılığını koruyup, bir yandan da insan varlığını almasını hayal etmek neden bu denli zor? (4) Tanrılığında metafiziksel bir biçimde insanlıkla İsa Mesih kişisinde nasıl birleşeceği konusunda tam bir anlayışa sahip olmasak da, buna inanmak bir çelişki değildir. Daha çok bir paradokstur, yani, yeterli bir şekilde açıklanamayan görünüşte bir çelişkidir. Yine de, makuldür.
SİSTEMATİK BİÇİMLENDİRME
Kutsal Yazılar, İsa’yı hem insan hem de Tanrı olarak resmetme konusunda son derece nettir. İlahi ve insani olanın rolünü oynuyor. O zamana kadar birbirinden dünyalar kadar uzak olan, iki farklı aktör gerektiren ve iki farklı sahne gerektiren, iki roldür. (5) Ne var ki, İsa’da, sonsuz Ruh, Tanrı Oğlu olmak için ölümlü insanla birleşti. Bu iki doğa birbirini dışlayan iki doğa gibi görünüyor. Tanrılık, bilgi, güç ve varlık açısından ezeli ve ebedidir. İnsanlık ise, bilgi, güç ve varlık açısından kısıtlıdır. Tanrı ve insanın birbirinden ayrı bu iki dünyası nasıl tek bir varlıkta bir araya gelebilir? Kristolojinin cevap vermeye çalıştığı soru budur.
Kutsal Kitap, Mesih’in tanrılığı ve insanlığı arasında bir ilişki olduğunu sonucunu çıkarır. Bundan daha önce de söz etmiştim. Buna İsa’nın kişiliğinde birlik denir. Öte yandan, Kutsal Yazılar’da hiçbir ayet bunun nasıl işlediğini açıklamak için yazılmamıştır. Yeni Antlaşma yazarları sadece bunun gerçek olduğunu doğrulamıştır. O halde bizim yapmamız gereken İsa’nın kendi kimliği hakkında söylediklerini titiz bir şekilde incelemektir. Kendisini nasıl görüyordu? İsa’nın ikili doğası hakkında Yeni Antlaşma’nın esin almış yazarlarının sözlerine de bakmalıyız. İsa’nın iki doğasının birbiriyle ilişkisini anlamanın başka bir yolu yoktur.
İsa İbrahim ve Davut soyundandı.
“Kutsal Yazı'da, 'Mesih, Davut'un soyundan, Davut'un yaşadığı Beytlehem Kenti'nden gelecek' denmemiş midir?” (Yuhanna 7:42, İncil)
“Tanrı, onu tahttan indirdikten sonra onlara kral olarak Davut'u başa geçirdi. Onunla ilgili şu tanıklıkta bulundu: 'İşay oğlu Davut'u gönlüme uygun bir adam olarak gördüm, o her istediğimi yapar.' Tanrı, verdiği sözü tutarak bu adamın soyundan İsrail'e bir Kurtarıcı, İsa'yı gönderdi.” (Elçilerin İşleri 13:22-23, İncil)
“Tanrı, Oğlu Rabbimiz İsa Mesih'le ilgili bu Müjde'yi peygamberleri aracılığıyla Kutsal Yazılar'da önceden vaat etti. Rabbimiz İsa Mesih beden açısından Davut'un soyundandır; kutsallık ruhu açısından ise ölümden dirilmekle Tanrı'nın Oğlu olduğu kudretle ilan edildi.” (Romalılar 1:2-4, İncil)
“Bu çocuklar etten ve kandan oldukları için İsa, ölüm gücüne sahip olanı, yani İblis'i, ölüm aracılığıyla etkisiz kılmak üzere onlarla aynı insan yapısını aldı. Bunu, ölüm korkusu yüzünden yaşamları boyunca köle olanların hepsini özgür kılmak için yaptı. Kuşkusuz O, meleklere değil, İbrahim'in soyundan olanlara yardım ediyor.” (İbraniler 2:14-16, İncil)
İsa İbrahim ve Davut’un soyundan olduğu için, gerekli olduğu için insan DNA’sı, genleri ve kromozomları aldı. İsa’nın genetik yapısı İbrahim, İshak ve Yakup’yan geldiği için İsa sadece insan değil, aynı zamanda bir Yahudi’ydi. Neden? Çünkü annesi ve onun soyu Yahudi’ydi. İsa, Yahudi bir kadından, Yahudi ulusunda, Yahudi gelenekleri, alışkanlıkları ve kültürü içinde doğdu. İsa Yahudi’ydi. Yahudiler nasıl görünüp davranıyorlarsa, O da öyle görünüyor ve davranıyordu. Halk danslarına katılı, köydeki diğer oğlanlarla oynar ve sosyal etkinliklere katılırdı. “Üçüncü gün Celile'nin Kana Köyü'nde bir düğün vardı. İsa'nın annesi de oradaydı. İsa'yla öğrencileri de düğüne çağrılmışlardı.” (Yuhanna 2:1-2, İncil)
İsa’nın amaçlandığı gibi insan olmasına izin vermeli miyiz? Tabii ki, dünyamızın çamuruna girmesine izin vermeliyiz. Çünkü ancak buraya gelirse bizleri buradan çıkartabilir. Kurtarıcımız olmak için cennetti bırakmaya hazır mıydı? Hazırdı ve bugün sizin için sözleri şöyle:
“Sizden biri olacak kadar çok sevdim sizi.”
“Tanrı'yı biz sevmiş değildik, ama O bizi sevdi ve Oğlu'nu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi. İşte sevgi budur.” (1. Yuhanna 4:10, İncil). “Biz seviyoruz, çünkü önce O bizi sevdi.” (1. Yuhanna 4:19, İncil). “Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur.” (Yuhanna 15:13, İncil)
Kendisine gebe kalınması mucizevi olduğu halde İsa diğer insanlar gibi doğmuştur. Herhangi bir insan gibi fiziksel, düşünsel, sosyal ve ruhsal olarak gelişti. “Yusuf'la Meryem, Rab'bin Yasası'nda öngörülen her şeyi yerine getirdikten sonra Celile'ye, kendi kentleri Nasıra'ya döndüler. Çocuk büyüyor, güçleniyor ve bilgelikte yetkinleşiyordu. Tanrı'nın lütfu O'nun üzerindeydi.” (Luka 2:39-40, İncil)
Bunu neden söylüyorum? İsa’nın Meryem’in rahminden çıkıp, Meryem’e bakıp sonra da, ‘Merhaba anne, ben Tanrı’yım!’ dediğini düşünmek mümkün. Sonra da göbek bağını kesip, yollara düşüp Müjde’yi duyurmaya başladı. Bu doğru değil. Kutsal Yazılar’ı anladığım kadarıyla, İsa, doğduğunda Tanrı’nın bedenen görüntüsü olduğunu bilmiyordu. İnsan aklı henüz bunu bilmiyor veya anlamıyordu. Bunu gelecekte bir noktada anladı. Bunun ne zaman ve nasıl olduğu Kutsal Kitap’ta açıklanmıyor. Bizim bildiğimiz, İsa’nın gerçek kimliğini en azından on iki yaşındayken bildiğidir. “İsa'nın annesi babası her yıl Fısıh Bayramı'nda Yeruşalim'e giderlerdi. İsa on iki yaşına gelince, bayram geleneğine uyarak yine gittiler.” (Luka 2:41-42). İsa o zaman anne babasına cennetten geldiğini hatırlattı. Dünyasal babasından daha ‘üstün’ bir Babası vardı. Daha hayatının başlarında onlara, gerçekleştirmek üzere geldiği işleri yapmasının uygun olacağını hatırlattı. Gerçekten de, bu olaydan on sekiz sene sonrasına kadar halk arasında iyileştirme ve öğretme hizmetine başlamadı fakat yine de, Tanrı’nın işleri onun işleriydi. Çocukken bile, gerçekleştirmek üzere cennetten geldiği işleri yapması uygundu.
İsa anne babasıyla Yeruşalim’e gitmişti. Kutlamalar bittikten sonra hepsi birlikte eve doğru yola çıktılar. Ya da, Yusuf ve Meryem öyle düşünüyorlardı. Görünüşe göre anne babası, hepsi aynı yöne doğru gitmekte olan insan kalabalığı arasında olduğunu sanıyorlardı. Belki de yetişkinlerle birlikte olmak yerine, çocuklarla bir arada yürümeyi tercih ettiğini düşündüler.
“Bayramdan sonra eve dönerlerken küçük İsa Yeruşalim'de kaldı. Bunu farketmeyen annesiyle babası, çocuğun yol arkadaşlarıyla birlikte olduğunu sanarak bir günlük yol gittiler. Sonra O'nu akrabalar ve dostlar arasında aramaya başladılar. Bulamayınca O'nu araya araya Yeruşalim'e döndüler. Üç gün sonra O'nu tapınakta buldular. Din öğretmenleri arasında oturmuş, onları dinliyor, sorular soruyordu. O'nu dinleyen herkes, zekâsına ve verdiği yanıtlara hayran kalıyordu. Annesiyle babası O'nu görünce şaşırdılar. Annesi, "Çocuğum, bize bunu niçin yaptın? Bak, babanla ben büyük kaygı içinde seni arayıp durduk" dedi.” (Luka 2:43-48)
İsa şöyle cevap verdi, “O da onlara, "Beni niçin arayıp durdunuz?" dedi. "Babam'ın evinde bulunmam gerektiğini bilmiyor muydunuz?" (Luka 2:49)
O sırada Babası için tapınakta ne gibi bir işi olacağını anlamadılar. Meryem, melek Cebrail’in kendisine taşıyacağı bebekle ilgili söylediklerini biliyordu. Meryem ve Yusuf onun Mesih olduğuna inandılarsa, o zaman atası Davut’un tahtına çıkmalıydı. O zaman da, bir yere götüreceklerse, tapınağa değil, krallık sarayına götürmeliydiler. Bu peygamberliksel görevin ne olduğunu anlamadıkları ve meleğin bahsettiği kurtuluşu nasıl sağlayacağı hakkında hiçbir fikirleri olmadığı açıktır.
“Ne var ki onlar ne demek istediğini anlamadılar. İsa onlarla birlikte yola çıkıp Nasıra'ya döndü. Onların sözünü dinlerdi. Annesi bütün bu olup bitenleri yüreğinde sakladı.” (Luka 2:50-51)
Meryem, meleklerin, çobanların, bilge adamların ve peygamberlerin söylediği birçok sözü içinde saklamıştır. Eşsiz oğulla ilgili ona inanılmaz şeyler söylemişlerdi. Şimdi de bu sözlere Mesih’in kendi sözlerini ekliyordu. Bu sözleri anlamadığı için ret mi etmişti? Hayır, bunları tam olarak anlamadığı halde yüreğinde sakladı. Meryem unutkan bir dinleyici değildi. Biz de öyle olmamalıyız.
İsa diğer bütün Yahudi çocuklar gibi bir çocukluk yaşadı. İbrani Kutsal Yazıları öğrenmesi ve ezberlemesi, ticaret öğrenmesi ve çocukların yapması gereken diğer şeyleri yapması gerekti. Kuşkusuz, Meryem’in omzuna salyaları aktı ve yürümeyi öğrenmesi gerekti. Bir marangoz olarak, parmaklarına kıymıklar battığında canı mutlaka sıkılmıştır. O günlerde kullanılan çekiçlerle eline vurduğunda ise acıdan bağırmış olmalı.
İsa’nın tamamıyla insani olan bir doğası vardır, bizimkinden tek farkı, bakire doğum ve Kutsal Ruh’tan gebe kalınmasıyla günahkar bir doğayı miras almamış olmasıdır. Bu, onu sizden benden daha az insan yapmaz. Adem ve Havva gerçek insanlar oldukları halde, günahkar suçları nedeniyle doğaları yozlaşmadan bir süre yaşayabildikleri için bunu bilebiliyoruz. Eğer bir fark varsa, İsa bizden daha insandı çünkü biz günahlı bir doğayla lekelendik. Artık masum değiliz. Tanrı’yla ilişkimizi kısıtlayan bir varoluşumuz var. Oysa İsa bu günah ilkesiyle kısıtlı ya da etkilerine bağlı değildi. Sigara içme, sarhoşluk veya cinsel sapkınlık gibi günahlı alışkanlıkların sonucu olan Tanrı’ya yabancılaşma veya hastalık gibi deneyimleri olmadı.
Bu dünyada diğer insanlar gibi doğduğu halde İsa’ya çok eşsiz bir şekilde gebe kalındı. İnsan olan bir babası yoktu, kendisi Kutsal Ruh tarafından anne rahminde biçimlendi.
“İsa Mesih'in doğumu şöyle oldu: Annesi Meryem, Yusuf'la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce Meryem'in Kutsal Ruh'tan gebe olduğu anlaşıldı. Nişanlısı Yusuf, doğru bir adam olduğu ve onu herkesin önünde utandırmak istemediği için ondan sessizce ayrılmak niyetindeydi. Ama böyle düşünmesi üzerine Rab'bin bir meleği rüyada ona görünerek şöyle dedi: "Davut oğlu Yusuf, Meryem'i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh'tandır.” (Matta 1:18-20, İncil)
“Meryem meleğe, "Bu nasıl olur? Ben erkeğe varmadım ki" dedi. Melek ona şöyle yanıt verdi: "Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, Yüceler Yücesi'nin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek.” (Luka 1:34-35, İncil)
Babası Tanrı’ydı. İsa’nın tanrılığı Baba’yla ilişkisinden kaynaklanıyordu. İnsan olan bir babası olmadığı halde annesi insandı. Rahminde gebe kalışı, gelmiş geçmiş bütün gebeliklerden farklıydı. “Ama zaman dolunca Tanrı, Yasa altında olanları özgürlüğe kavuşturmak için kadından doğan, Yasa altında doğan öz Oğlu'nu gönderdi.” (Galatyalılar 4:4, İncil)
Cinsel ilişki ve bir erkeğin spermi aracılığıyla döllenme yerine, En Yüce Olan’ın gücü üzerine geldi. Kutsal Yazılar Tanrı’nın tek ve biricik Oğlu’nu gönderdiğini söylüyor. Onu, sanki doğrudan Meryem’in rahmine koydu. İşte o noktada Tanrı insan oldu, hayatına öncelikle bir fetüs olarak başladı. (Bu noktada size değerli bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Bunu anlamaya çalışmayın. Hiçbir zaman tamamıyla anlaşılamaz ya da kavranamaz bir gerçektir bu. Cennetten dünyaya yolculuğunu bizlere Anlatan’a imanla kabul edilmelidir. Sadece o bilir. Bize gelince, biz de ancak bize kendisi hakkında açıkladıklarını bilebiliriz. Ancak Tanrı, Tanrı’yı açıklayabilir.)
Bakirenin gebe kalması mucizesi, İsa’da tanrılığın ve insanlığın ayrılmaz olduğu anlamına gelir, tıpkı oğulları veya kızlarında anne babanın genetik etkisinin ayrılmaz olması gibi. Nasıl bir insanının varoluşuna annesinin veya babasının yaptığı katkı ortadan kaldırıldığı takdirde insan varolamazsa, İsa da, Kutsal Ruh aracılığıyla tanrılığı olmasa ya da, Meryem’in katkısı olan insanlığı olmasa Mesih olarak varolamazdı.
Bu birlik beden almanın kalıcılığını gösteriyor. Tanrı bir kere Meryem’in rahminde insanlığa büründüğünde, sonsuzluk boyunca koruyacağı bir kimlik elde etti. İsa’nın insanlığı sonsuzlukta bir yerde atılabilecek ya da çıkartılabilecek bir şey değildir. Her ne kadar aynı zamanda Tanrı olsa da, cennette her zaman ve sonsuza dek yüceltilmiş bir insan olarak kalacaktır. İnsanlığı, Tanrılığına kalıcı bir şekilde katılmıştır. Tanrı insan olarak sadece bedende yaşamadı. “Söz, insan olup aramızda yaşadı.” (Yuhanna 1:14, İncil). Bu, Tanrı’nın her yerde var olan bir Ruh olarak artık varolmadığı anlamına gelmese de, insan olarak varoluşunun hem gerçek hem de kalıcı olduğu anlamına gelir.
Son Düşünceler
Bir sonraki yazıyı ‘tıklamadan’, size bir çağrım olacak. Sizi “normal kalıpların dışında” düşünmeye davet ediyorum. İsa hakkında halihazırda edinmiş olduğunuz teolojik düşünceleriniz olması doğaldır. İsa hakkında anlayışınızın “normal kalıbı”, birinin birine, onun da başka birine İsa hakkında anlattığı şu veya bundan oluşuyor. Süreç aslında bundan çok daha karmaşık ama temelde, sizin de benim de İsa hakkında eğilimimiz bu şekilde oluştu.
Örneğin, bir iş arkadaşım bir seferinde bana “İsa’ya ihtiyacın var” demişti. Ona gülmüştüm. Kabaydı biliyorum. Amacım bu değildi ama onun duygularını incittim. Neden bu kadar kabaydım? Çünkü hayatımda hiç bu kadar saçma bir şey duymamıştım. Onun için anlamlıydı ama benim için? Sadece büyük bir öğretmen olduğunu düşündüğüm birine mi ihtiyacım vardı? Mantıklı değildi.
Farkında olmasanız da İsa hakkında düşünmeden kabul ettiğiniz çok şey var. Ben farkında değildim. Eğilimleriniz dizide şu ana kadar okuduklarınızı nasıl yorumladığınızı ve bir sonraki yazıya nasıl bakacağınızı belirliyor. Olsun. Açık bir şekilde düşündüğünüz sürece sorun yok. “Normal kalıpların dışında” düşünmeye çalışın demiştim.
Modern bir Şehir için Harika bir Slogan
Avustralya’daki Melborn şehri için bir slogan aranırken, Virgil tarafından İ.Ö. 1. yüzyılda Latince olarak yazılan epik şiir Aeneid’ten bir sözü slogan olarak almaya karar verdiler. Söz şöyle Vires acquirit eundo – Büyürken güç topluyoruz.
Ne harika bir söz! Hepimiz için geçerli. Düşüncemizde dinamik olmamız gerekiyor. Bu özellikle de Tanrı konusunda doğru. Melborn şehrinin sloganı bu dizinin sloganı olmalı. Tanrı’nın bir olduğu düşüncesini kabul etsek de burada durmamalıyız. Bu gerçeğin ötesine geçmeliyiz. O'nu tanımakta ilerleyelim.
Hiçbir zaman, Tanrı’yla ilgili gerçeklerin hepsini biliyormuşum gibi davranmam. Tanrı sonsuz ise, onunla ilgili sonsuz sayıda gerçek var demektir. Sonsuz özelliği var ve ben sonsuzluğu anlayacak kapasiteye sahip olmadığımı hemen kabul ederim. Ama zaten anlamak zorunda değilim ki, bu da iyi bir haberdir. Sadece bir kısmını anlamam gerekiyor. Sadece Tanrı’nın Kutsal Yazılar’da bize açıkladıklarını bilmem gerekiyor. Buna Tanrı’nın bizlere İsa hakkında açıkladıkları da dahil.
İsa Tanrı mı? Tanrı gezegenimizi ziyaret ettiğinde büründüğü insanlığa hala sahip mi? İsa’nın ölümden dirildikten sonra sahip olduğu yüceltilmiş biçimde mi hala? Bu konularda benimle “normal kalıpların dışına çıkıp” düşünmeye davet ediyorum sizi.
REFERANSLAR
(1) Louis Berkhof, History of Christian Doctrines (Grand Rapids: Baker Book House, 1937), 78, quoted in David Bernard, Oneness and Trinity: A.D. 100-300 (St. Louis, MO: Word Aflame Press), s. 99.
(2) Gordon L. Lewis and Bruce A. Demarest, Integrative Theology (Grand Rapid: Zondervan Publishing House, 1996), s.252.
(3) Alan F. Johnson and Robert E. Weber, What Christians Believe: A Biblical & Historical Summary (Grand Rapids: Zondervan, 1993), s.130.
(4) Lewis and Demarest, s.350.
(5) Alister E. McGrath, Studies in Doctrine (Grand Rapids: Zondervan, 1987), s.54.